Bir hazin uzaklık var aramızda
Kilometre cinsinden ifade edemediğim
Buna rağmen sana doğru karşı koyamadığım bir çekimin içerisindeyim
Yani diyorum ki "Yakacağım bu başı, salacağım derde yine en şahanesinden"
Hatta bütün akarsularım senin havzana dökülüyor marttan beri
Mayıs nasıl geçti anlamadım bile ve hazirandayız şimdi
Murathan abi, “Sersemletici bir rüzgâr gibi geçmişti mayıs” dediğinde
Böyle bir şeyi kastettiğini hiç düşünmemiştim nedense
Çünkü böyle geçmemişti mayıslarımın hiçbiri
Oysa şimdi “Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi,
dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyor aklıma”
Sonra bu kadar da romantik olmaya gerek yok diyorum
Çünkü söylenebilecek en güzel sözler hep söylenmiş zamanında
Seni betimleme haddini kendimde bulacak kadar iyi bilmiyorum Türkçeyi ama
Geçmişin tarafından bir tutam hüzün serpiştirilmiş o yüzün çıkınca karşıma
“Kıskanır rengini baharda yeşiller” dökülüyor dilimden
Benim hep kış olmam dışında bir sorun yok aslında
Zaten senin rengini kıskanmayan baharın da yeşilinin ben taa
Diyorum ve şiirin selameti için burada kesiyorum
Vesikalı Yârim’i izledim dün, muhtemelen beş yüzüncü kez
“Sevgi de yetmiyormuş, çok eskiden rastlaşacaktık” diyor Sabiha
Ama çok eskiden rastlaşmak da yetmiyormuş aslında
Sanki aramızda milyonlarca ışık yılı yokmuş gibi
Şöyle ağız dolusu bir “seni seviyorum” ne iyi olurdu şimdi
Ama sevgi eşitlik gerektirir, biliyorum bunu
Biliyorum, biz seninle denk değiliz ki
Olsa olsa hayranlıktır bunun adı
Kendini biraz fazla kaptırmışlıkla çevrili bir hayranlık sana karşı
Endemik bir bitki misali asilce açarken verimli topraklarda sen
Ben bu tundrayla kaplı bitki örtümde nasıl yaşatacağım ki seni zaten
Bozkırım ben bildiğin, en kurağından bozkır
Hatta Kıraç görse beni, üstümde klip çeker
Yani çorak toprağım ben, sen de yağmur ol bu benzetmede
Ve sevgili dostum, inan ki çorak topraklar da sever
Hani gelişin beni biraz çamura buladı belki ama
Canın sağ olsun senin
Nasılsa “kirlenmek güzeldir” diye atıp tutuyorlar reklamlarda
Aslında epeydir bırakmıştım bu şiir miir işlerini
Olmuyordu zaten, zorlamadım ben de
Azıcık ahenkli bu nesirden bozma nâzımları yazmak
Küçükken eğlenceli geliyordu sadece
Yani şiiri pek becerdiğimi söyleyemem açıkçası
Ama olsun, Metin Hara da “Ben bilim insanıyım” demişti bir keresinde
Yani onun kendini “bilim insanı” olarak adlandırdığı bir yerde
İki satır karalayayım bari diye düşündüm ben
Vapurda Şükrü Baba’nın kitabını karıştırırken
Şiir bir hevesti vaktinde, Yeditepe İstanbul sağ olsun
Yusuf, seyyar bir kitapçının zabıtalardan kaçmasına yardım etti
O işportacı da ona bir kitap verdi bölümün birinde
Onardı onu Yusuf, bantladı mantladı işte
Ve Kırlardan Geliyorlar’ı okudu Olcay’a
Yıl 2002 falan galiba, ilkokul bebesiyim daha
Bildiğim tek şiir İstiklâl Marşı’yken
Kayayı Delen İncir hayatıma bu şekilde giriverdi
Turgut Uyar gibi bir üstatla o yaşta tanışınca tabii
İflah olmaz bir romantiğe çevirdi el kadar bebeyi
Bi’ yerden sonra ise okumak yetmemeye başladı artık
Öykündüm o satırları yazan şairlere
Aslında bırakmıştım bu şiir işlerini, biraz da çocukça geliyordu
Ve dürüst olmak gerekirse, ergenlikten çıkalı çok oldu
Ama sen beni 17 yaşındaki bir çocuğa döndürdün yine
Hatta 30’umdan sonra bana makosenlerimi giydirdin
Artık devlet de sensin, gelenek de sensin, yenilik de sensin benim için
Yani diyorum ki “Bozuyorum aşk orucumu yıllar sonra seninle
Âşığım, hayranım her bir zerrene”
Ama mikrobiyoloji buna izin vermiyor işte
Senin anlayacağın, bir şekilde bundan kurtarmaya çalışacağım kendimi
Sanki daha şimdiden Gülşen’in slowlarına hiç teslim olmamışım gibi
Bir başıma üstesinden gelmeye çalışacağım
Alışacağım uçurumları müstakil ev balkonu zannetmeye
Ve o yağmurlu kaygan verandalarda
Kim bilir kaç kez düşüp düşüp kalkacağım
Beni öldürmeyen şey güçlendirmeyecek de ama
Tüm bu yenilgiler tecrübe diye kâr kalacak yanıma
Sanki bu yaştan sonra ne gerek varsa buna
“Evet, birtakım sorunlar mevcut
Ama altından kalkamayacağım şeyler değil”
Demekle geçti ömrümün ilk çeyrek asrı
İkinci çeyrek içinse pek umut vadetmiyor karaciğerim
Neyse ki her gün zam geliyor şaraba
Beni benden çok düşünenlere teşekkür ederim
O sorunların hiçbirinin altından kalkamadım gerçi ama
Yine de hayattayım işte, devam ettim yaşamaya
Yaşamaksa bu tabii
Ama biliyorum, bu yaşamak değil, bu bir süreliğine ölmemek
Hayatta kalmak sadece, zorunlu mesai gibi
Nasıl başa çıkmaya çalıştıysam diğer dertlerle
Senden gelen bu derdin en güzeliyle de öyle başa çıkacağım işte
Sadece afallıyorum şimdilik, unutmuştum bazı hislerin yoğunluğunu
Unutmuştum canım kalbimi naftaline boğduğumu
Çünkü nasip olur mu diye düşünmeyi bile bırakalı çok oldu
Artık öyle bakamıyorum güzel olan hiçbir şeye ben
Nasip olacak olsaydı 30’a kadar olurdu zaten
Yani diyorum ki “Otlarım yanar, sensizlik nadasında toprağım”
Ve anız yakmak gayet normal karşılanıyor benim kırsalımda
Şu gönül işlerinde öylesine tutucu bir taşralıya dönüşüyorum ki
Nuri Bilge görse “Gel oğlum” der, “Gel, filmimde oynatayım seni”
Doğru diyormuş Aykut Kocaman, haklıymış meğer
Olmuyormuş bazı çiçekler, bazı topraklarda
Çünkü o kadar yakıştıramıyorum ki kendimi sana
Düşlerde bile yan yana gelemiyoruz asla
Yani diyorum ki “Söyle bir kırık hava, döneyim, turna uçsun içimde
Ben seni nasıl sarıp, nasıl seveyim hayalimde düşümde”
Ve Ali’nin “Ben aşk acısı bilirim Ömer” dediği bir sahne vardır Ezel’de
“Sonra başka biri çıkıyor karşına; çıkmaz diyorsun ama çıkıyor” repliği
İnan ki seni bulana dek o kadar anlamlı değildi
Zaten o sahne de hiç böyle perperişan etmezdi beni
Çünkü bazen birini bulursun ve ancak onu bulduğunda anlarsın
Tüm hayatın boyunca aslında onu beklediğini
Ve işin tuhaf yanı şu ki
Onu bulamasaydın bunu asla bilmeyecektin
Ben de galiba uzunca bi’ süre beklemişim seni
Ama yanlış durakta
Hani gördüğüm kadarıyla canın epey yanmış ya
Belli ki sen de beklemişsin birilerini
Durağı tutturmuşsun ama yanlış zamanda
Bu yüzden ışığını arayan güzel günebakanken sen
Tozuna dumanına hasret bir enkaz olarak duruyorum ben
Birbirimize birkaç aşk kadar geç kalmışken
Ben alev alev yanıp da tüm buzlarımı aşka doğru çözsem ne olacak ki sanki
Dostluğumuz Feridun Düzağaç Sendromu’na yakalanmışken şimdi
Hiçbir zaman kesişmeyecek ki kümelerimiz
Ortak paranteze alamayacaklar bizi
Eksilerde duruyorum ben, sen asal bir sayıyken
İki rakam olsak seninle mesela, matematiğin o büyülü dünyasında
Pi’nin virgülden sonraki kısmı sonsuza giderken
Olur da bir yerde yan yana gelme ihtimalimize karşı
Pi’yi hep 3 alacaklar zaten
Bu da beni kahredecek, sense bilmeyeceksin
O yüzden daha en başından hiç bilmemeni tercih ettim
Çünkü elbette karşılıklı olması gerekmiyor bazı şeylerin
Yani diyorum ki “Sen yaz saati uygulaması, ben kış saati
Seni bir saat ileri almışlar, beni bir saat geri”
Ama gel gör ki bozuk bir saate benzer benim gibilerin yüreği
Ve tehlikesinin mükemmel bir çekiciliği olan insanlarda durur o saat
Laf aramızda, sen gibi yani
13 yıl sonra benim çölüme yağmur yağmış ya hani
Bu yağmurun beni serinletmesi gerekmiyor ki
Önce ben onu bi’ hazmetmeliyim
Özlem gidermeliyim yarınlar hiç yokmuşçasına sanki
Sandığım kadar geberik değilmişim mesela
Kırmızı pullu mendille halay çekmeliyim belki
Hatta şöyle bi’ üf üf üflesem kalbime, tıpkı İsmail YK gibi
Ortalığı toz duman götürecek sanıyordum da
Meğer o işler öyle değilmiş, öğrendim varlığınla
Ama hani yıllar sonra buldum ya seni
Biliyorum ya artık bu dünyada senin gibisinin de olduğunu
Hadi diyelim ben bir kez daha sevebilecek olsam dahi
Başkasına nasıl meyledeceğim ki şimdi
Çünkü sen benim renkleri yeniden görmeme sebep oldun
Eğerdim başımı eskiden, hiç bakmazdım etrafa
Oysa şimdi sokakta ne vakit bir morluk görsem
“Leylaklar açmış, gördün mü
Dallardan bahar inmiş, duydun mu” diyerek yollamak istiyorum sana
Ama mimoza falan da mor olabiliyormuş ya hani
Çiçek konusunda bir zırcahil gibi görünmemek için yapmıyorum bunu
Bi’ de öyle zırt pırt rahatsız etmek olmaz seni
Yani diyorum ki “Geçti artık göğsümde kuş barınmaz anladım” diye düşünürken
Göğsüme bir güvercin kolonisi kuruverdin sen
Ne var ki orada tek hücrelilerin yaşamasını bile mucize sayıyordu bilim
Mars toprağıyla eş değer bir şeydi benim bu göğsüm ama
Covid’i işkembe çorbasıyla yenmeye çalışanlar gibiymiş benim bilimcilerim
Çünkü hiç beklemediğim bir zamanda sen çıktın karşıma
"Ben düşerken yükseklerden uçurumlara
Aşkın tuttu ellerimden ummadığım anda"
Sonra da olan oldu işte, gördüğün gibi
Nihayet sona erdi benim 13 yıllık pandemim
Üstelik şikâyetçi değilim bundan, lütfen yanlış anlama
İnan ki Ercüment Ovalı aşıyı bulsa bu kadar sevinmezdim
Sahi, bilimin yılmaz fedaisi Ercüment Hoca ne yapıyor şimdi acaba
Sana “Bugün dağların dumanı aralandı, hoş geldin” demek isterdim ama
Muharrem İnce tarzında “Hoş geldiniz, güle güle” demek kalıyor bana
Çünkü elbette karşılıklı olması gerekmiyor bazı şeylerin
Öyle anlarda da kulağıma fısıldıyor Hande Yener
Diyor ki “Acele etme, bu aşk dediğin biraz zaman alıyor”
“13 yıl beklemişim, daha ne zamanı be” diye düşünmeden
Ayrıca Melih Görgün gibi baharları eskitmekle meşhurumdur ben
“Beklerim Hande ablacığım, benim ömrüm beklemekle geçti zaten” derdim de
İçinde umudun zerresi bile olmayınca diyemiyor insan işte
Ve eminim ki Google’daki Hande Yener lobisi düşüncelerimizi okuyabiliyor
Çünkü ne zaman görsem WhatsApp’taki profil resmini
Yoksa Mani, Spotify’da kendiliğinden açılıveriyor
Yani Google zihnimizi izliyor ya hani
O bile biliyor, aramızda engeller var demek ki
Belki de onlar yüzünden görüşmeyeli epey oldu
Senin gibi saygın birine de “Gel hayırsız, hadi dön, gel” diyemiyor insan tabii
Çünkü sen benim gözümde o kadar güçlüsün ki
Bir kova suyla bile söndürebilirsin güneşimi
Yani diyorum ki “Ah bu hâlim, can bu hâlim hep senin yüzünden
Uzağıma düştün ama düşmedin gözümden”
Senin anlayacağın, son zamanlarda yegâne derdim budur
Zaten Oruç Aruoba'ya göre de özlem, görememenin yoğunluğudur
Şimdi en koyusundan bir siyah olarak duruyorken kenarda ben
Senin zihninin tuvali başkalarının renkleriyle boyanmışken belki
Hatta epey de karışıkken duygularının renk paleti
Asla kabul etmeyeceğini adım gibi bilsem bile
Sana bir şeyler vadetmeyi o kadar çok isterdim ki
İsterdim karşına böyle arsız bir dilenci gibi değil de
Çok daha güçlü bir iradeyle çıkabilmeyi
Ama benim sana bir şeyler vadedebilme umudumu aldılar benden
Öylece dolanıyorum artık, Manchester by the Sea’deki Lee gibi
O yüzden dedim ya, bu yaşamak değil, bu sadece bir süreliğine ölmemek
Çünkü biliyorum, sana giden yollar kapalı
O yüzden deniz ulaşımını seçtim mecburen
Belki bu hafta denize girmişsindir diyerek
Ege’ye doğru kuvvetli bir akıntı umuduyla
Akdeniz’in tuzlu sularını tenin arıtmıştır farz ederek
Hani belki ölmeden önce bir kez dokunurum diye sana
Elime sıçrayan su damlalarını nimet sayıp da
Karşıyaka vapuru benim yüzümden azıcık bira kokarken şimdi
20 dakikalık bir yolculukta aktı sana doğru bu satırlar
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri
Hatta diğer günlerde de okuma mümkünse
Okuma ki daha fazla utandırma beni
Ama ben de insanım ya hani
Bir şekilde anlatmak zorundayım bunları sana
Çünkü açığa çıkması lazımken saklı kalması gerekenlerin ağırlığını
Ve onların midedeki o hamur işi hazımsızlığını da
Yalnızca benim gibi her duygusunu içine atanlar anlayabilir
Aslında bir nevi iç dökmek oluyor benimkisi
Keşke birlikte toplamak da mümkün olabilseydi
Yani diyorum ki “Bir şekilde bu aşkı içimde halledemiyorum”
Mesela kaç kasa soda içsem hazmedebilirim gidişini
Sen bana makosenlerimi giydirdin
Öyle alelade bir replik değildir bu; tarihsel ağırlığı vardır
Ortalığın yangın yerine döneceğini gösterir
Ben de hazır fevkalade duygulara ekmeğimi banarken şimdi
Bol intihalli makaleleri andıran şiirimde bulunsun istedim
Çünkü gerçekten bana makosenlerimi giydirdin
Olmazlarımı olur eyleyişine kurban olsunlar senin
Loş bir ışıkta Kırlardan Geliyorlar’ı okumamızı isterdim ama
Gördüğün gibi, hayat bazı tercihleri bırakmıyor insana
Yâr yine bana haram geceler, yine bana Yalnız Bir Opera
Ve bunlar da beni derinden yaralıyor işte
Zeki Demirkubuz’un da dediği gibi
“Bunlar bende yer eder, ben çabuk yaralanan biriyim
Yani yaralarıma teslim olmam ama yaralanırım”
Ben de senin yaralarını iyileştiremezdim belki ama
Yeni yaralar açılmasını engelleyebilirdim sanki
En çok da bunu nasip etmediği için kızıyorum hayata
Çünkü galiba bu kez teslim oluyorum bu yaraya
Fakat bu kadar görkemli olmamıştı mağlubiyetlerimin hiçbiri
Yani diyorum ki “Yaram yârimdir, yârim yaramdır”
Ama beni kan tutuyor ne yazık ki
7 Haziran 2023 Çarşamba, Ege Denizi’nin ortasında bir yer
Tam olarak nerede olduğumu merak edecek olursan
Finalde Ezel’in “Tamam, geldim dize, eğdim boynumu” dediği yerdeyim
“Oynamayın, tamam, yenildim”
Çünkü vurdun kanıma girdin itirazım var
Üstelik öyle birdenbire gerçekleşti her şey
Kleptoman mısın eski dostum, nasıl oluyor bunlar
Hiç ihtiyacın yokken tuttun, kalbimi çaldın
Hatta "Ona hırsız diyorlar, doğru çünkü kalbimizi çaldı" diyen
65 yaş üstü Facebook dayılarına döndürdün beni
Hatta öylesine birdenbire oldu ki olanlar
Rahmetli Orhan Veli görseydi, belki yırtıp atardı şiirini
"Hiçbir birdenbirelik bundan daha birdenbire olamaz" derdi
Ve kitle imha silahı sayılmalı senin o gözlerin
Sakın verme nükleer kodlarını el âleme
Yani kimseye bakma öyle, bana bir fotoğrafta baktığın gibi
Adeta Robert Oppenheimer kesildin başıma
Bense gariban, isimsiz bir Nagazaki çiftçisi
Üstelik tam da hasat zamanı heyecanıyla sana koşuyorken şimdi
"Elimi tutamıyorum, sana geliyor; içimi tutamıyorum, sana gidiyor" derdim ama
İkimizden bir “biz”, imkânı yok, çıkmıyor valla
Şahıslarımız öyle ayrı ayrı tekillenirken
Çoğul çoğul sevmek istesem bile şartlar elvermiyor bazen
Yani diyorum ki “Sen ki özgürlük kadar güzelsin, sevgi kadar özgür
O güzel başını uzat göklere, gül güneşlere gül”
Fakat benim gökyüzüm nükleer bulutlarla kaplanacak birazdan
Bu yazı işlerinde başladım mı duramama derdinden muzdarip olsam bile
Her neyse, belki başka bir umutsuzluk şiirinde görüşmek üzere
Evdekilere selam, hadi kapatıyorum, çok yazmasın, iyi bak kendine
İyi bak, nasılsa daha çok sevileceksin sen
Öyle uzaktan uzağa, habersizce
Çünkü çocukça ve seni üzen girişimlerim olmasın diye
Yani diyorum ki “Olmayacak bi’ şeydi zaten; sen ayrı, ben senden ayrı
Kimsenin suçu yok, tanrı bile kabul etmedi duaları”
Açayım da Gülşen’den Hükmen Mağlup dinleyeyim bari
Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum pop mop dinlemediğimi
Rockçıydım ben bir zamanlar, metalciydim hâlbuki
Ama ben artık adam olmam bu derde düşeli
Bazı gecelerde de gizlice Güllü dinliyorum zaten
Elindeyim işte oyuncak gibi
Yani Abdülhamid’i bile savunsan sen şimdi
Yine de koşar adım gelir sana içimdeki Perinçek
“O derin uçurumlarda açan, dikeni zehirli yalnız çiçek
Suç olur muydu seni bir kez koklayıp ölmek”
Yoksa kabahatler kanununa göre mi yargılanırdım gözlerinde
Bu aşkı idari para cezasına çevirmenin bir yolu var mı
Çünkü ayrı iklimsin, ne çare; ben sana vurgun, biçare
Hasretinle sararıp solmam da yakındır tahminimce
"Aşk bir tenis turnuvasıysa ben Marsel İlhan’ım" demiştim daha önce
Ve 13 yıl sonra katıldığım turnuva benim için yine ilk turda sona erdi
Hani Nejat İşler’e göre herkesin dolabında varmış ya bir tane ceset
Şefim, benim cesetler iki oldu
Şöyle buz gibi soğuk su da alayım, sana zahmet
Zaten bunların üstüne anca bir bardak soğuk su içilir
Buraya kadar okuma sabrını gösterene afiyet olsun
"Âşık olduğunuz insan aslında rüyalarınızın erkeği ya da kadınıdır. Daha tanışmadan önce onu hayal etmişsinizdir. Yoktan değil zira hiçlikten hiçlik çıkar ama yaşanmış veya arzulanmış deneyimlerinizden. O kişiyi o denli net bir biçimde ayırt edebilmenizin sebebi onu bir anlamda zaten tanıyor olmanızdır. Onu bunca zamandır beklemiş olduğunuz için ezelden beri tanıyormuşsunuz gibi gelir ama aynı zamanda size gayet yabancıdır. Tanıdık yabancı kişilerdir onlar."
Adam Phillips - Kaçırdıklarımız (Metis Yayınları)
Derya İnce Çimen
2023-06-29T09:46:30+03:00Ben de o sabrı selametle karıştırıp içiyorum bol tütün eşliğinde, daha uzun görünüyor ördüğüm bu yol.Teşekkür ediyorum.
İsmail
2023-06-29T04:12:24+03:00Teşekkür ederim Derya Hanım. Tercümanı olduğum duygularınız bunlarsa size sabırlar diliyorum.
Derya İnce Çimen
2023-06-29T02:08:26+03:00Ellerinize sağlık duygularıma tercüme oldu...🙏🏻