Adımları hızlanmıştı fark etmeden, sebebini biliyordu içten içe. Onun için varacağı hedeften çok yürüyeceği yol önemliydi. Sevmiyordu ruhsuz, cansız, dümdüz kaldırımları. Yalnızlığını, tekdüzelerini, monotonluğu anımsatıyordu ona. Hiç ayağının takılmadığı bir yol ona sahte geliyordu, hiç hayatın içinden değildi. Takılıp düşme korkusu olmadan yürümenin gerginliği vardı içinde. Her şeyin mükemmel olmasından da, öyleymiş gibi olmasından da nefret ediyordu. Bu yüzden hızlandı adımları, arnavut kaldırımlara doğru. Arnavut kaldırımlar öyle mi, ne kadar sıcak ne kadar hatalı ne kadar ben diye düşündü. Bir düzeni vardı elbet ama öyle verimli, kusursuz, hayatsız ve hatasız değildi. Kendisi gibi. İlk adımından son adımına, ne kadar uzağa gideceğini, ayağının nereye denk geleceğini hesap ederek yürümek nasıl da hoşuna gidiyordu. Hele bir de takılıp düşsem şu yollara diye düşündü, ayağa kalkmanın başka yolu yoktu. Önce düşmeliydi. Hayatı da böyle hesaplarla geçen biri için evde hissettiriyordu bu yollarda yürümek. Doğrudur yanlıştır bilinmez ama kendinden gördüğüne hep bir  başka bakıyordu. 


Gideceği yeri kaçırmıştı, belki de öyle olması gerekiyordu. Yol ayrımına geldiğinde dönüp baktı “varacak olunan bir yerse, yollarımız yine kesişirdi; güzel bankcığım bugün değil.” dedi. Şimdi adımları yavaşlamıştı belki ama iradesini doyurduğunu düşündüğü için pek de pişman değildi. Önündeki yokuşları merak etti, her bir adımını öncekinden habersiz atışı, böyle olacağını bilse yapmayacağı yanlışları gibiydi. Hem o hataları yapmalıydı hem de o adımları atmalıydı korkusuzca. Nasıl sevmesin ki o yolları, burdan bakınca ne kadar ruhsuz yürürler o betonlarda diye düşündü. 


Yürüdüğü yolları anlatmak isterdi karşılaştığı kimselere, neler hissettiğini, neler yaşadığını. Ve duymak isterdi başka yolları, onların nasıl yürüdüğünü. Bu yüzden yalnız kalmak istemezdi. Biriyle yürümek de isterdi, aynı şeyleri beraber yaşayıp benzer yokuşlara çıkmaya çalışmayı. Dinlenmeyi bile isterdi biriyle, yorulunca yürüdüğü yollardan. Soluklanmak da güzeldi güzel bir yolculuktan sonra, yolu düşünmeden yaşamak da gerekliydi. Kahvesini, sigarasını hep hazır ederdi böyle yürüyüşlerde, biriyle yürürmüş gibi onlara anlatırdı yolları. Zaten çoktandır böyle geçmişti yılları. Kafasını yoldan bir an kaldırdı o aynı bankı gördü, zamanında varmadığı, yolun onu sürüklediği bankı. Heyecanlanmıştı iyiden iyiye “şimdi doğru zaman, doğru ben.” dedi. Aniden hızlanmaya çalışıp ileriye atılınca kendini yerde buldu. Üstü başı çamur olmuştu ama gülüyordu. Yoldan o kadar dışarı çıkmıştı ki, zihni o kadar başka şeylere odaklanmıştı ki, yürümeyi unuttu ve belki de çok küçük bi engele takılıp düşmüştü. İki şekilde de mutluydu o yüzden gülüyordu. Yeniden ayağa kalkmanın hazzını yaşamak ve banka bu şekilde ulaşmanın verdiği emek duygusu. Bankı güzel yapan şey de buydu varmasının zorluğu ve yolda yaşadıkları. Şimdi üzerine bulaşan çamurlarla oturacak dinlenecek, temizlenecek ve iyileşecekti. Kim bilir ne zaman tekrar yola çıkacağım bu banktan kalkıp diye düşündü. Sorun da buydu çok düşünüyorum, belki de sadece manzarayı izlemeliyim, dedi. Birini bekler gibi, yeniden kalkmaya hazır gibi, yaşanacak çok şeyi varmış gibi bekledi.