kalk ayağa!
seni bir-iki dakikalık kaygı duruşuna davet ediyorum!
hangi kanserden yakınacağız?
hangi savaştan hangi çocuğun kanıyla yıkanacak bu açık alınlarımız?
bugün bu kıyıya vuran dalga
yarın seni de alabilir kara bağrına
ve boğabilir elleri dahi olmadan.
doğa, çalabilir çelik kalbine üç beş kurşun.
toprak, çekebilir yedi kat yerin altına kara sis örtüsü maden ocaklarına.
sürekli koşup yetişememekten bıkmış ırmaklar, boşalabilir mesela.
sen kalmayabilirsin artık beyaz ve nazlı.
şimdi hangi suyla hangi yeşilliği büyüteceğiz?
kaç çiçeğin daha zayıflayacak dalları toprağın susuzluğunda?
kimleri sarabilir sarmaşık kollarımız?
kimleri yaralayabilir dikenli başlarımız?
en fazla kaç çocuğu basabilir göğsüne?
tanrım kaç tane umut edebilme hakkımız var bu hayatta?
kaç tane yıldız kayması lazım gökyüzünden ve kaçında aynı duayı tekrarlamamız gerekiyor
gerçekleşmesi için bir dileğin?
artık bir şeyleri değiştirse ya umut
o kadar umut ettim dönmedi babam.
yaşamak neye yarar ki artık bilmem kaç kilometrelik kurak tarlada?
şimdi güneşe kimler şiir yazacak sen gittikten sonra?
gökyüzünü kim gıdıklayacak mesela?
ne kadar soyutlanabildik ki bu dünyanın kaygısından?
arada bir bıraktık da ha kendimizi!
boşluğa da değil üstelik.
kaç kere daha ölmemiz gerekiyor
üstümüzdeki ölü toprağını silkeleyip kalkmak için?
kaç kadın daha meşale gibi yanmalı bir adam için?
kaç yürek harlamalı intikam hırsına bürünüp bir sırta bıçak saplamak için?
şimdi bizi hangi ütopya kurtarır?
artık gücümüz kalmadı ki...
ne kadar vaktimiz kaldı,
sınırsız, sorgusuz, insanca yaşamak için?