Katlanamadıklarımıza, dayanamadıklarımıza nasıl katlanabiliyorsunuz değil sorum, nasıl katlanamama halini gösterebiliyorsunuz sayın sayın ''sayınlar''? Gözlerinizi yakınlardan çekip, uzaklaştırıp pencereden, kıyıdan, herhangi bir andan anlık kaybolup gitmelerinize daldırdığınızda veya onlar istemsiz uzakları aradığında sevginizin, aşkınızın, cömertliğinizin, iyimserliğinizin sınır tanımazlığı hangi uçsuz bucaksızlıklarda seyrediyor ki kaldıramadığınız, dayanamadığınız, katlanamadıklarınızın tam zıddı katlanıp hazmedebildiklerinizin aynı veya yakın derecesinde nasıl seyredebiliyor? Perdenin çekilmesinden sonra yüzünüze yansıyan, gözünüzü alan ışığın tahammül eşiğinizi merak etmiştim sadece. Sigara dumanında havaya salınan, boşa çırpınan, dumanı dağıtan elin, bir şeyin orada olduğunu bildiğini sanıp yakalamaya uğraşı gibi ne kadar uçucu hisler devam etmekte olduğunuz yaşamınızda. Vazgeçişi havaya yayılan sisi üfledikten sonra onu yine bulamayışıma yordum. Keşke çırpınışlarımız bizi de bir kuş gibi göklere çıkarabilseydi; çırpındıkça batarsın, bataklığına düşüreceğine. Öyle veya böyle gibi hem bir sınırlama ve hem de bir genişlemeden azade insan düşündüğünü hissedebildiğince insan mı ve kendi mi veya vice versa hissettiğini düşünebildiğince mi bilemedim. Çırpındığın bataklığın yaşam katmanlarından bazen durgun bazen dalgalı, yukarısı ferahlık vadeden ama erişmen için sanki debelenmen gereken bir farazi boşluk; yarınlar... hep yarınlar, yarın olduğunda bile yarınlar. Halbuki yarınların birikmesi seni başlangıcından önceki hiçliğe yaklaştırıyor. Zirveye, amaca, varılmak istenen yolun emeklerine, o yola yüceltilen anlam da o noktaya varıp hayal kırıklığına uğramanın veya hiçbir şey elde edememenin bir sızıntısı galiba. Anlamsızlıklar içinde anlam yakalamak uğruna insanın bir yağmur damlasını nelere yorabileceğini niçin düşündüğümde... en güzel sebepsiz yere güzel hissedişlerimiz galiba.