Çocukların kahkahalarıyla kuşların cıvıltı sesi birbirine karışacak, dünyanın öteki yüzündeki diğer çocuklar ve kuşlar duyacak onlar da eşlik edeceklerdi...



Çocukluğumda bayramlara tüm çocuklar için bulunmaz bir nimet olduğu duygusuyla yaklaşıyordum. Nasıl olsa tüm çocuklar eşitti. Adı üzerinde "çocuk..."

Sahi bayramlar tüm çocuklar için eşit mi?


Çocukluğumun geçtiği, zaman zaman sokaklarını arşınladığım, gün içinde ki genelde yaz tatiline denk gelen yazın kavurucu sıcağında güneşin kaybolmaya yüz tuttuğu zamanlarda saklambaç, birdirbir, beştaş, yedi kule oyunlarını yaşıtlarımla oynardım.

Arada bisikletimi indirdiğimde sıraya giren yaşıtlarımla evimizin bulunduğu binadan fazla uzaklaşmadan tur atardık. Hele bayramlarda... Arife gününden başlardık kendi aramızda konuşmaya: "Saat kaçta toplanacağız?" Bisiklete ilk önce kim binecek sıralamasını yapardık. Bisiklet benim olduğu için arkadaşlarım liste başına beni alıyorlardı. Ben de tur süresinde kendime bir ayrımcılık yapmıyordum, çocukluğumun zamanlarında öğrenmiştim "eşitliğin, adaletli olmanın" gerekliliğini.


Bayram sabahları uyandığım gibi uykulu gözlerle önce duşa sonra annemin hazırladığı kahvaltı masasına babam ve kardeşimle oturur, bayram kahvaltısını yapardık. Kısmette ne varsa...


Akşamdan yatağımın ayak ucuna bıraktığım, hevesle aldığım yeni alınmış bayramlık kıyafetlerimi giyer, benden sekiz yaş küçük kardeşimin de giyinmesine yardımcı olurdum.


Arada çalınan kapının açılması kardeşime aitti. Vestiyer üzerinde akşamdan kâseye bırakılan şekerleri kapıya gelen çocuklara verme görevi kardeşimindi. Bu görevi yapmaktan zevk alırdı, çocukların kapı eşiğinden uzanan avuçlarına renkli kâğıt şekerlerini bırakmaktan mutlu olurdu. En çok da şekeri kaplayan kâğıt hışırtı sesini. Yüzünde bir tebessüm, verilen görevi hakkıyla yerine getirmenin öz güveni, paylaşımın doyulmaz hazlığıyla...


Güneş yüzünü akşama dönmeye hazırlanırken çalınan kapıdan arkadaşlarımın içeriye doğru bana seslenmeleri: "Hadi aşağı iniyoruz..."


Herkes yeni alınmış bayramlık kıyafetleriyle -bayram günü olduğu için kirletmek serbestti- tüm oyunlar sırayla oynanır, bisiklet turu da tamamlandıktan sonra nefes nefese kaldığımız, yüzümüzü yıkayan terle bina girişindeki merdiven basamaklarına oturup soluklanır, kim kimi yenmiş, kim nasıl bisikletten düşmüş gülerek anlatıyor, havada uçan kuşlar da sesleriyle bize, biz bayram çocuklarına notası yeni düzenlenmiş şarkılarıyla eşlik ediyordu; belki de biz öyle sanıyorduk. Her bir kahkahamıza kuş cıvıltılarının sesi... Biz çocuklar ve de kuşların sesi. Sanki bulunduğumuz yerden ulaşamadığımız, görmediğimiz diğer dünya çocuklarına ve kuşlarına sesimiz karışıyor, nota düzenlemesini umursamadan orkestra şefliğini beraber yapıyor hissi, çocuklar ve kuşlar...


Sohbet sırasında ceplerimizdeki bayram harçlığını dondurma karşılığında eve en yakın bakkalın avuçlarına sayardık. Akşam karanlığı günden nöbet sırasını alıncaya kadar bayram gününü böylelikle bitirmiş sonrasında tatlı bir yorgunlukla geceye derin bir uyku eşlik ederdi bize, biz bayram çocuklarına...


Kışların ardından nice baharlar, yazlar geçti. Her geçen yaz tatili tüm çocuklar gibi beni de bir üst sınıfa geçiriyordu.

Artık çocuk değildim. Lise de bitmişti. Üniversiteyi dört saatlik uzaklıkta başka bir şehirde okuyordum. İki günlüğüne ayda bir bilemedin iki ayda bir çocukluğumu geçirdiğim evime geliyordum.

Evin bulunduğu sokağa girdiğim gibi yüzümde tatlı bir gülümseme, içimde güven veren huzurla zihnim beni bayram sabahlarına, bayramdaki çocuk seslerine, bayram şekerlerine, umudu kanatlarına takmış gökyüzünde uçuşan kuşların seslerine götürüyordu...


Nisan ayıydı, final sınavlarının öncesi evdeydim. Anneme çarşıyı gezmek istediğimi söyledim. Bana "Bekle kahvaltı toplayayım ben de geleyim. Beraber zaman geçiririz. Bir iki baharat eksiğim var onları da alırız." dedi. Hazırlanıp evden çıktık. Çocuk sesi arıyorum, etrafa bakınıyorum yok. Etraf ne kadar da sessiz. Evimiz çarşıdan bayağı uzaktı. İlk gelen minibüs bizi almadan hızla önümüzden geçti. Arkasından gelen otobüse bindik. Parayı ödeyip oturunca annem "Baksana otobüsün içi pırıl pırıl. Mis gibi de kokuyor, yeni temizlemişler..." dedi.


Etrafıma bakınıyorum otobüsün içinde on beş kişi ya var ya yok. Ara ara annemle kısa konuşmalarımız oluyor; dersler, yurt ortamının konusu geçiyor aramızda. Otobüsün penceresinden şehri gözlemliyorum. Caddeler, binalar aynı. Her zamanki insanların telaşı da yok.


Otobüs her bir durakta duruyor binecek yolcu olmayınca tekrar yol alıyor. Galiba bindiğimizin yedinci durağıydı, duran otobüsün ön kapısından on yaşlarında esmer, zayıf, başının üzerinde taşımakta zorlandığı, itinayla tepeleme dizilmiş, etrafa yaydığı kokusuyla taze, sıcak simit tepsisiyle simitçi çocuk bindi. Şoföre "Abi beni stadda indir." demesiyle şoför başıyla onay verdi. Sağ eliyle başının üstündeki tepsiyi dengede tutmaya çalışırken sol eliyle de renkleri solmuş, diz kapaklarının çürümeye yüz tutmuş kot pantolonun sol cebinden bozuk demir paralarını şoförün avuçlarına uzatıp otobüs koridorunda yol aldı. Başının üstündeki tepsiden önünü nasıl görüyor sorusu aklımdan geçiyordu ki ayağı takılıp otobüsün koridoruna yüzükoyun düştü. Tüm simitleri yerdeydi...

Şoförün eli direksiyonda, ayağı pedaldayken başını sağ omuzuna çevirip otobüs koridoruna bakıp bir taraftan da yüksek sesle,

"Yahu sen ne yaptın arabanın içini mahvettin. Bir sürü para verip, yeni temizlettirip, yıkattırmıştım..."


Çocuk titreyen sesi, döktüğü gözyaşlarıyla,

"Abi kusura bakma. Hemen temizlerim..." dedi.

İki eliyle yere dağılmış simitlerini tepsi üzerinde topluyor, ağlamasını sürdürüyordu. Ön koltuklarda oturan yaşlı amca oturduğu yerden arkasına dönüp

"Kalk ağlama. Hem erkek çocuğa ağlamak yakışmaz. Üstelik simit için..." dedi.

"Dayı, öyle deme. Günlerdir fazladan simit satarım hesabını yapıyordum. O simitler benimle kardeşimin okul harçlığı içindi. Evin öteberisi için de anneme verecektim. Ben ne diyeceğim şimdi anneme, kardeşime? Benim hatamdı bu kadar çok simidi tepsiye koymamalıydım. Ama bir taraftan da bugün 23 Nisan, çocuklar stad alanında Çocuk Bayramı'nı kutluyor. Fazla simit satarım hesabını yaptım. Olmadı, bak simitlerimin hepsi yere düştü. Bunları satamam ki. Ben ne yapacağım? Bu günü iple çekiyordum, bugün 23 Nisan Çocuk Bayramı. Şehrin tüm okulları stad alanında. Çocuklar yeni kıyafetleriyle bugünü güle eğlene çocuk bayramını yüreğinden geçtiği şekilde kutlayıp geçirecekler. Ben de simitlerimi satacaktım. Ben şimdi ne yapacağım?


Artık gözyaşlarına önü alınamaz hıçkırıklar da eşlik ediyordu...


Bayramların en çok sevinenidir çocuklar.

Evet bayramdı. Çocukların kahkahalarıyla kuşların cıvıltı sesi birbirine karışacak, dünyanın öteki yüzündeki diğer çocuklar ve kuşlar duyacak, onlar da eşlik edeceklerdi...


Ama bayram her çocuğa eşit gelmiyormuş.

Simitçi çocuk görünen yüz, işitilen sesiyle bayramlıklarını giyinmiş, gülen, eğlenen akranlarına, bayram çocuklarına simit satacaktı.


Dünyanın bir yerinden, bir noktasından dünyanın öteki yakasındaki diğer çocuklara ve kuşlara bir ses yükseliyordu,


"Bugün bayram.

Siiimit.

Taze, sıcak simitlerim vaaar..."