Bir belediye anonsunu ilk defa iki binli yılların başında, atandığım kasabada duymuştum. Öğle üzeriydi. Okuldan gelmiş, resmi kıyafetlerimi bir çırpıda çıkarmış ve ayakları kırık çekyatıma uzanıp kitap okumaya başlamıştım. O sırada, dışarıdan gelen hoparlör sesine önce bir anlam verememiş, sonra pencereyi açıp söylenenleri anlamaya çalışmıştım. Belediye anonslarında bir gelenek olmalıydı ki anons ikinci defa tekrar edilmiş ve ben de az buçuk anlamıştım bahsi geçen mevzuyu.
Belediye binasına getirilip bırakılmış altı yaşlarındaki bir kız çocuğundan bahsediliyordu. Anlaşılan bu küçük kız bir pazarda ya da çarşıda kaybolmuş ve onu bulanlar da ana babasına kavuşturmanın en iyi yolu olarak belediye binasını düşünmüş... O günden sonra da zaman zaman böylesi anonslar duymaya devam ettim. Bunlarda yanlış yere park edilmiş araçlardan ve bunların derhal kaldırılmasından, vefat edenlerin taziye yerlerinden, açılan ihalelerden, bir turne ile gelmiş müzisyenlerin konserinden ya da tiyatro oyunlarından, kasabanın futbol takımının maçlarından ve daha birçok farklı konudan bahsediliyor, insanlara bilgi veriliyordu. Evet, anonslarda birçok farklı mevzudan bahsediliyordu ama ben, tüm bunlardan esasen şunu anlıyordum; bu yaşadığım yerde "biz" diye bir şey var.
İzmir'de doğup büyümüş biri olarak yaşadığım kentin tamamen bana ait olduğunu hiç bir zaman hissetmemiştim. Evet, mahallem benimdi ama onun dışına çıkınca artık ben, herhangi birisiydim. Hele ki kentin merkezi yerlerine gidince Alsancak sahilinde ya da Karşıyaka çarşısında kendimi tamamen dışarlıklı biri gibi hissediyordum. Ne oralar bana aitti ne de ben oralara aittim. Oysa tüm bu yerler, yaşadığım kente dahildi. O halde ben, gerçekten buralı, bu kentli miydim? Herkesin bana bir yabancı gibi baktığı bir yere nasıl ait olabilirdim ki?
Belediye anonsları işte bunu anlatıyordu bana, bir yere ait olmayı. Kasaba takımının maçı varsa, stada gidelim ya da gitmeyelim, hepimizin maçıdır o. Vefat edenler elbet bir tanıdığımızın babası, dayısı, halası ya da kardeşidir ve bir şekilde üzüntüsü gelip bizi bulur. Yanlış yere park edilen araç ya bizimdir ya da bir tanıdığın arabasıdır. Bir şekilde kaybolmayı başaran çocuklar ise muhakkak belediye binasına saklanırlar. Çünkü burada onlara, anaları gelip de almadan önce oralet ikram edilir...
Ne diyorum biliyor musunuz; bence belediye anonsları, sesin ulaştığı yerleri kuşatarak yaşadığımız kasabayı bir adaya çeviriyordu, deniz ortasında olmayan bir adaya... Sesin ulaştığı her yer bizimdir ve biz de oraya aitizdir. Burada hiç kimse, size bir yabancıymışsınız gibi bakmaz. Çünkü burada, belediye anonsunun yarattığı bu adada, sen ve ben değil; sadece biz vardır.
29 Nisan 2023
Gültepe
umutulas
2023-04-30T08:17:59+03:00Ömercan, doğal olarak kasabalarda var bu uygulama. Büyük şehirlerde her gün bu şekilde binlerce olay oluyordur. Hangi birinin duyurusunu yapacaklar ki? İşte duyurusu yapılacak bu binlerce şeyden habersiz oluşumuz, bizi oralı olmaktan da alıkoyan şeydir aslında. Dertlerinden, sıkıntılarından haberdar olmadığımız yer, bize ait olamıyor.
Ömercan Çayır
2023-04-29T21:48:50+03:00Annemin memleketi Akhisar'da da var bu gelenek ve hâlen daha sürüyor. Ama orada belediye binasından değil, cami minarelerindeki megafonlardan yapılıyor anonslar. O anonsları duyunca Akhisar'da olduğumu iyice kavrıyorum. Tabii bunu sağlayan daha başka unsurlar da var ama bu en belirginlerinden biri. Camilerin salt birer ibadethane olmak zorunda olmadığını Akhisar halkı iyi biliyor.
umutulas
2023-04-29T13:09:35+03:00Melek Mısra arkadaş, değerlendirmeleriniz daim değerlidir ve yazmak için vesiledir. Teşekkür ederim, var olun.
Mısra Ergök
2023-04-29T11:20:35+03:00Deneme tadında, çok hoş bir yazı. Hatıralarınızı bu şekilde ifade edişinizi beğeniyorum Umut hocam. İçerikse çok hüzünlü... Kalemine sağlık.