Çok uzundur üçüncü belgedeyim. İkinci kat, ikinci daire. Ormanı görüyor pencerem, karşı daireler deniz manzaralı. Dün yöneticiye danıştım, karşımdaki dairelerden birine geçmem mümkün mü diye. Ve, dedim, üst katlardan olması tercihimdir. Öyle kolay değil o işler, dedi. Para istemedi ama ben istediğini düşündüm, çıkardım verdim. Haber veririm diyerek uzaklaştı.  

İki ay sonra kapım çalındı. Üstümde çizgili pijamalarım vardı, kapı deliğinden baktım, gelen kapıcıydı, utana sıkıla kapıyı açtım.  

-Buyurun ne vardı? 

-Yönetici sizi evine çağırıyor, deyip gitti.  

Hemen holdeki aynaya koşturdum. Vaziyetim içler acısıydı, saçlarım dolaşmış, birbirine girmişti, bıyıklarım çıkmış, kaşlarım uzamıştı. Pijamamın üst cebinde kocaman bir kahve lekesi çirkin sarılığı ile göze çarpıyordu. Eğer görüntüme dalarsam, çok zaman geçeceğinin farkında olarak kafamı iki yana salladım ve odama gittim. Yöneticiyi bekletmek istemiyordum ve bir an evvel taşınmak istiyordum. Bu belge beni tüketmişti. Dolabımdan uzun bir elbise çıkardım. Bulmak zor olmuştu, ne kirli ne temiz kıyafetlerimin oluşturduğu yığının altında kalmıştı. Hiç giymediğimden emin olduğum halde, ortamdan o da payını almıştı, pek hoş olmayan kokusuna burnumu tıkamak zorundaydım. Zira diğerleri yüzüne bile bakılmayacak haldeydiler. Üstümdekilerden kurtuldum, bu sırada vücudumun kurumuş ve sararmış olduğunu fark ettim. Kendime iyi bakmadığımı bilsem de bu kadarını yeni görmüştüm. Şaşırarak ve merakla bir süre inceledim. Tenime değen soğuk elimle irkildim ve kendime gelerek elbiseyi hızla üstüme geçirdim. Elbisem, ayaklarımın üzerini örtmüş yeri süpürüyordu. Holden geçerken duraklamak zorunda hissederek aynanın karşısına dikildim ve saçlarımı olabildiğince düzelttim, grileşmiş dişlerime bakmaksızın kendime kocaman sırıttım. İlk gençlik yıllarımdan bu yana yenisini almadığım eski, tabanının bir kısmı sökülmüş ve bana dar gelen botlarımı ayağıma geçirerek yöneticinin yedinci kattaki evine gitmek üzere merdivenlere yöneldim. Çıktığım her kat ile, içim genişliyor ve rahatlıyordu. Fiziki bir genişleme de söz konusuydu. Kat sayısı arttıkça daire sayısı da artıyordu. Üçüncü katın üç, beşinci katın beş dairesi vardı. Duyduğuma göre bu katlarda her akşam bir evde toplanıp sohbet eden, kahve içip şakalaşan aileler yaşıyordu. Birinin çocuğu gürültü çıkardığında yan dairesindeki komşusu vileda sapıyla duvara vuruyor ve çocuğun neşelenip susmasını sağlıyordu. Güzel ve etrafı saran kokulu bir yemek piştiğinde ise hemen kattaki diğer dairelere de birer tabak ikram ediliyordu. Yirmi üç yazan belgenin önüne geldiğimde soluklanmak üzere durdum. Ben ise komşumu daha önce hiç görmemiştim, ne ben ne de o küllerimize muhtaç hissetmiştik. İkimizde sessiz insanlar olmuş, evimizin içindekini dışarı taşımamıştık. Nefesim düzene girdiğinde kapıyı iki kez tıklattım. İçeriden ev terliklerinin sürünme sesleri duyuldu. Az sonra kapıcı kapıda göründü; 

-Ne istemiştiniz? 

Burada olmamı beklemiyor gibiydi, şaşırmış ve kızmış göründü. Ben ise denizin kokusunu almıştım, içime derin nefesler çekmeye başladım. Kapıcı nasıl yukarı taşınabilmişti anlamıyordum, içimdeki kibirle bulanan bir kıskançlık hissettim.  Zemin kattaki biri nasıl olur da benden önce yukarı çıkabilirdi? Acilen yöneticiyi görmek istiyordum. Sakinliğimi korumaya çalışarak yöneticinin kaçıncı belgede oturduğunu sordum. Bir süre düşündü; 

-Üçüncü kattı sanırım, dedi.  

İyi günler diledim ve çıktığım yere yöneldim. Saçlarımı düzelttiğim için mi tanınmamıştım? Yoksa pijamam üstüme yapıştırılmış bir yüz müydü? Yeni ama hoş kokmayan elbisemle yeni ve hoş olmayan bir kişilik miydim? Düşünceler beynimde volta atmaya devam ederken ağır ağır iniyordum basamakları. İndiğim her kat ile içim daralıyor, kendimi duvarların arasında sıkışıp kalacak gibi hissediyordum. Yöneticinin taşındığı kata vardığımda her daireyi tek tek inceledim. Denizi gören taraftaki dairelerde kimse yaşamıyor gibi görünüyordu. Kapılarının önünde ne bir çöp kutusu veya paspas ne de bir ayakkabı vardı. Birinci dairenin ziline bastım. Tahmin ettiğim gibi yaşama emaresi gelmedi. Üçüncü dairenin kapısına iki kez vurdum. İçeriden kitap benzeri bir eşyanın düşme sesi geldi. Ayaklarımla yerde ritim tutmayı keserek dikkatle sese kulak verdim. Terliksiz adım sesleri kitabı yerden kaldırıp eline aldı ve öylece dikilmeye devam etti. Zile bastım. Birkaç saniye bekleyen ev sahibi harekete geçti, çıkış kapısından uzaklaştığını anlamıştım. Çok geçmeden sert bir kapı kapanma sesi geldi. Rahatsız edilmek istemeyen bu zavallıyı kendi haline bırakmaya karar verdim. Nihayetinde ben de bir yabani sayılırdım.  

Bir müddet beşinci belgenin önünde durdum. Gelmesi gereken andan kaçıyor gibiydim. Kapının önünde beyaz bir babet ve kırmızı bir parmak arası terlik vardı. İkisinin de numaraları aynı görünüyordu, tek kişiye ait olduğunu düşünüyordum. Zile basmak üzere elimi kaldırdığımda içeriden tıkırtı sesleri geldi, elimi indirdiğimde kapı açılmıştı. Uzun ve siyah saçları olan genç bir oğlan göründü. Elindeki büyük mavi poşet içinde, biriktirdiği çöplerini tutuyordu. Poşetin altında ufak bir delik vardı, kahverengi su fayansa damlıyordu, belli ki evin içinde de ince ve düzensiz bir yol çizmişlerdi. Kokusunu almamak ümidiyle aceleyle başımı kaldırdım ve bir adım geri atıp, bakışlarımı oğlanın gözlerine çevirdim. Çok geçmeden beni fark eden ev sahibi, burada ne aradığımı sorarken çöpü kapının yanına koymaktaydı. Pis çöp suyundan ayakkabılar da nasibini aldı, yüzüm buruşurken yöneticiyi aradığımı söyledim.  

-Markete gitti, odasında bekleyebilirsin diyerek içeriye buyur etti. Her ne kadar kötü koktuğu kadar pis olduğuna da emin olduğum bu eve girmek istemesem de, dışarıda beklemenin abes kaçacağı düşüncesiyle teşekkür ettim ve oğlanın işaret ettiği yere yöneldim. Holden geçerken mutfak olduğunu düşündüğüm yere varan izlere basmamaya dikkat ettim ve elbisemin eteklerini havaya kaldırdım. Odaya girip tekli olan deri koltuğa çöktüğümde ise biraz daha rahattım. Çünkü cam ve perdeler açıktı, tanıdık manzara iyi ve temiz hissettirmişti. Az sonra oğlan dış kapıyı kapattı, mutfağa geçti. Dolabı açıp bir şeyler karıştırdı, makineden çıkarılan bardak ve kaşık sesleri işittim. İçecek hazırladığını düşünüyordum ki kapıda limonatasıyla belirdi. Karşımdaki eski, rayları gıcırdayan kanepeye oturdu. Yerine yerleşmesi uzun sürerken, tırmalayarak yükselen sese kulaklarımı tıkamak istedim ama yapmadım. Market iki bina ilerimizdeydi. Oğlu olduğunu düşündüğüm bu serseriyi rahatsız edip, işimi baltalamak istemiyordum. Bacak bacak üstüne atarak limonatasından bir yudum aldı. Bardağın kaçıncı kez kullanılışı olduğunu merak ettim. Pis görünüyordu, bana dönük tarafında ruj lekesi vardı, dibinde ise siyah ve kahverengi küçük parçalar görmüştüm. Ben onu incelerken o da beni izliyordu. Çekik yeşil gözlerini, annesi kimdi tanımak istemiştim, kahverengi gözlerimden ayırmadı. Ne saçlarım ne bıyıklarım ne de tuhaf desenleri olan renkli elbisem dikkatini çekmişti. Bu şaşırtıcıydı, yaşıtlarına gülünç ve dalga geçmeye uygun geleceğimden emindim. O limonatasının dibini hüpletip beni izlemeye devam ederken, ben sıkılmış bir vaziyette yerdeki koyu kırmızı, sade ve yünlü halıyı eşeliyordum. Artık beklemeye gücüm kalmadığını fark ettim ve ayaklandım. Oğlan yerinden kalkmadı ama limonatasını koltuğun kenarına bıraktı.  

-Yöneticiye geldiğimi söyleyin lütfen, diyerek üçüncü belgede yaşadığımı söyledim. Anlayışla kafasını salladı, yeniden teşekkür ederek dış kapıya yürüdüm. Elbisemi kaldıracak motivasyona sahip değildim, fayansı temizlemesine müsaade ettim. Dikkatsiz ve peltek adımlarım da henüz kurumamış olan sudan nasibini aldı. Kapıyı açıp botlarıma yöneldiğim sırada yabancı ayakkabılar dikkatimi çekti, başımı kaldırdığımda yönetici ve karısıyla karşılaştım. Ellerinde market poşetleri vardı, eşi büyük ve kahverengi gözlerini mümkünmüş gibi daha da açtı ve kim olduğumu sordu. Yönetici sakinliğini koruyor ve benden bir cevap bekliyordu.  

-Niye geldiniz, dedim.  

Biraz önceki çıktığım odadan kapı sesi geldi. Bu sırada üçüncü dairenin kapısı açıldı. Bizi fark edip tereddüt eden yaşlı, ufak tefek kadın titreyen elleriyle ayakkabılarını giydi ve selam vermeden merdivenlere yöneldi. Yanımızdan geçerken bana baktı. Gözleri uzundu ve kulaklarına çekilmişti. Zavallı olduğunu sandığım kadından ürktüm. Kapısını açık bırakmıştı. Temiz bir hava çıkıyordu evin içinden. Yeniden tuzlu suyun kokusunu almıştım. Acele içinde kırmızı parmak arası terlikleri ayağıma geçirdim. Nemli ayak tabanım yeniden ıslandı. Oğlunuz anlatacaktır diyerek altıncı belgeden içeri girdim ve kapıyı kilitledim. Sırtımı kapıya verip heyecanımı dizginlemeye çalışırken koridordakiler sorularını evin içine taşımaya karar vermiş, kapılarını kapatmışlardı. Ayağıma yapışmış olan terliklerden kurtuldum ve salona yürüdüm. Evin içi eski eşyalarla doluydu. Bu antikaların her gün özenle silindiği belli oluyordu. Dokunmaya çekinerek güneşliği kapatılmış pencerenin önünde durdum. Bu belge yeni evimdi. Bir süre denizin perdeye vuran yansımalarını seyrettim. İçimin rahat bir nefes aldığını hissedebiliyordum.  

Kapıya bir kez vuruldu. İki saniye geçti ve bir kez daha... Kapıyı açmayacaktım, yerimde 180 derece döndüm, gösterişli divanın üstündeki kalın defter gözüme çarptı. Bir ajandaya benziyordu. Yaşlı kadın zile bastı ve kapıyı tıklatmaya devam etti. Oflayarak söylenen bir ses duydum. İçerideki odalardan birinin kapısı açıldı, dış kapıya doğru yürümeye başladı. Kapının açılmasına izin veremezdim. Hole çıktım. Uzun saçlı oğlanla göz göze geldik. Bana burada ne aradığımı sordu, kapıyı açmamasını rica ettim. Zilin sesini kısacağını söyleyerek gitti. Rahat bir nefes alarak oğlanın çıktığı odaya girdim. Mutfağa gelmiştim, perdeler açıktı, deniz pencerenin hemen altında gibiydi. İçeride sigara içilmişti, yoğun bir duman vardı. Az sonra oğlan, elinde ajandayla döndü. Defteri ayaklarımın dibine fırlatıp dolabı açtı. Dibinde ayran olan sürahiyi kafasına dikip içmeye başladı. Hızlı içiyordu, boğazından aşağı süzülen beyaz çizgiyi takip ettim. Sürahi boşaldığında yeniden dolaba tıktı. Enerjisini toplamış gibiydi, yere fırlattığı ajanda için özür diledi.  

-Yaşlı kadının zırvalıkları işte, derken sigara yakıyordu. Kafamı sallayarak onu onayladım. Defter hiç ilgimi çekmemişti, bunu ona söylemedim. 

  

İki ay sonra zile basıldı. Ancak zilin sesi kısık olduğu için ev sahibi duymadı. Gelen kişi kapıyı yumruklamaya başladı. Gürültü uyuyanları uyandırdı, kapıya yakın olan kapıyı açtı, gelen ölmek üzere olan biriydi. Kurumuştu, kırışık derisi etinden sarkıyordu. Sarı, hastalıklı bir rengi vardı. Üzerindeki uzun elbiseyle hayalete benziyordu. Çekik mavi gözlerini, kahverengi gözlü ev sahibine dikti. Burası belge beş mi diye sordu hırıltılı çıkan sesiyle. Ne belgesi, diye diklendi kahverengi.  

-Gülünç bir durumdasınız, burayı terk edin, diyerek kapısını kapattı.  

Mavi kapıyı yumruklamaya devam etti. İçeriden birtakım fısıldaşmalar duyuldu. Kapı yeniden açıldı. Bu sefer yeşildi kapıdaki. Mavi yineledi; 

-Belge beşte kocam oturuyor. Siz o musunuz? 

İkinci ev sahibi gülmesini bastıramadı. Teyze bizimle kafa mı buluyorsun, derken kahkaha atmaya devam etti. Elini kışkışlar gibi sallayarak kapıyı kapattı. Hala gülmeye devam ediyordu. Koridorda ilerledi ve yatağına uzandı. Artık gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Oğlu gürültülere dayanamayıp yatak odasına geldi. Ne olduğunu anlatırken gülmeye devam eden babasını tepkisizce izledi. Adam nihayet hevesini yitirdiğinde gözlerindeki yaşları sildi ve oğlunu yanına çağırdı.  

Çocuk duyduklarına şaşırmamış görünüyordu. Hala kapıda bekleyen yaşlıyı içeri buyur etti; 

-Babam birazdan gelecek.