Bir kapıyı kapattı. Dünya bağını kopardı. Yatağa uzandı. Başını, sırtını, baldırlarını, topuklarını yumuşak zemine iyice yaydı. Canı yanmıştı. Soludu, uzun. Soludu, kesik. Odada salınan müziğin ritmini yakaladı, zorlanmadı. Gevşedi. Yüzünün pürüzleri azaldı. Başı sağa sola sallanıyor, ayak parmakları canlanıyor, müziğe var olabildiği kadarıyla eşlik ediyordu. On dakikasını ayırdı bu var olma biçimine. Sonra doğruldu, böylece karşıdaki aynadan kendini gördü. Baktı. Oda ışığı soluk pembe yansıyordu yüzüne. -Bu pembeliği bir kumanda ile sağlıyordu.- Benliğini kaplayanların biçimini garipsememeye çalıştı. Yapamayınca aynadan çekip aldı izini. Oda eşiğinde durdu. Soluğu karıncalandı, düşündü: hala aynada mıyım? Biraz o yalandı sonsuz meraklıyla, aynanın karşısına tekrar geçti. Baktı. Baktı. Saç dipleri kaşınıyordu. Başındaki, artık ilginç bulmadığı maskeyi çıkardı. Ağız kısmını düzeltti. Tekrar giyindi. Israrsız ayaklarına mutfağa gitme fikrini bildirdi, ayakları beynini onayladı, adımları işlemi uyguladı. Bir sigara içti. Çekmeceyi açtı, koyu lacivert eldiveni paketinden çıkardı, kırmızı eldivenlerinin üzerine giydi. Bugünün rengi buydu. Pijamasının üzerine çektiği uzun, yeşil çoraplarını yeni eldivenleriyle düzenledi. Derisinin üstüne bir kat daha yabancılık gelince rahatlamıştı. Hissedebildiğiyle arasına yeni katman demekti bu. Daha az temas, daha az uyarı demekti. Dokuzuncu ayıydı. Bu korkunç hassasiyetin hayatına yerleşmesinin üstünden haftalar geçmişti. Mevsimler değişmişti. Tanımlar değişmişti. Hacmi olan, temas edilebilen her şeyi çok fazla hissediyordu. Katıyı, sıvıyı... Eşyayı, maddeyi... Yangına benzer gibi hissediyordu.


Bir sabahtı, korkunç ihtimale uyanmış, yatak yüzeyinin sırtını kaşıntıyla yaktığını hissetmişti. Soluk soluğa kendini yataktan atmış; derisi temasla, sıcak kaşıntıyla tanıştıkça çığlık çığlığa koşturmuştu. Kabusunu tüketmeye, gerçekten kurtulmaya çabalamış; koltuklarda, halılarda, kaldırımlarda kıvranmış ancak yaşadığından uyanamamıştı. Sancısız temas bulamıyordu. Hiçbir yerde, hiçbir şeyde. Dokunmak yaralar oluşturuyordu ve anında o yaraya bastırmak oluyordu. Denemişti. Denemişti. Denemişti. Her şeyi. Tekrar kere tekrar.


Ve sonra durulmuştu. Korktuğu şeyin tutsağı, yaşanmaz sanılan korkunç ihtimalin yaşayanı olmuştu. Ve alışmıştı bu yeniliğe. Mecburi yöntemler bulmuştu. Çözüm değildi hiçbiri, kurtarıcı değildi, sadece sorunu öldürtmez kılıyordu. Belki.


Günler geçti. Anlamaya çalışmayı bıraktı. Sarındı, sarmalandı. İnsanlardan uzaklaştı. Buna çok ağladı. Hastaneler gezdi. Odalara girdi. Mimikler seyretti. Kokular tanıdı. Makineler tanıdı. Kablolar ve sesler tanıdı. Her makinede başka kamuflaj tanıdı.


Ağrısını, kaygısını en ince detaylarına kadar aktarıyordu. Herkese. Karşısında çözüm yüzü, hareketi, bilgisi bulamıyordu.


Yoksunluğuyla ya da fazlalığıyla haber oldu. Röportajlar verdi. Son dört ayında evden neredeyse hiç çıkmadı.


Adı "dünyaya alerjisi olan"dı artık yalnız görmek yalnız duymak koklamak sancısızdı dokunamazdı sarılamazdı hiç kimseye hiçbir şeye zemine tabana şekillere katılığa düşmandı normali bulamıyordu anlayamıyordu hissettiğine karşı bunca bilgisizlikle nasıl adım atılır bilmiyordu zemin kaymıyordu hiçbir şey hareket etmiyordu da bir kendisi çok hızlı ilerliyordu sanki durduğu yerde hiçbir yere ilerliyordu sonsuz ilerliyordu ve bir duruşta frenleniyordu bunların hepsi içine doluyordu derisine yerleşiyordu insan şekline birikiyordu böylece günler geceler aylar boyu aynalara bakıyordu en çok aynalara her şey aynalara bakıyordu sonsuzca hissedip sonsuzca unutuyordu her saat her dakika her saniye içine akıyordu bunu sonra uyutuyordu sıcak akışkan ıssız tekil dokunamadığı elleriyle.


Derisine kalın ve yumuşakça bir kostüm tasarlıyordu uzundur. Son parçasını bugün halledecekti. Kapı çaldı. Poşetleri eşikten aldı. Karıştırdı. Yüzü ekşidi. Getirenin kokusu kalmıştı ambalajlarda. Kalınca sigaraların sarılı olduğu çıt-çıtlı poşeti eline aldı, diğerlerini olduğu yere bıraktı. Burunluğunun üzerine ikincisini geçirdi. Koku azalmıyordu. Yatak odasına yürüdü. Sigaralardan birini yaktı. Yarısına geldiğinde soluğu serinledi, pencereyi, balkon kapısını kapattı. Telefonu çaldı, dinledi, şaşırmadı, sevinmedi, üzülmedi ya da meraklanmadı. Ses bitince kapattı.


Evine kameralar takılacaktı bugün. Her yere. Tuvalet hariç değil. Banyo hariç. Banyo özel alanı olacaktı. -Duş almak bir yana dursun, suya dokunma ihtimalinin fikri bile canını müthiş yakıyordu, kaşındırıyordu, titretiyordu, bulantılara sebep oluyordu ama ağır ağır beliren, diğerlerinin karşısında hızlıca gardını indirdiği yeni bir yanını keşfediyordu burada. Bu korkunç yanı, o kaşıntıyı, o karşılaşmayı, sonu çılgınca arzuluyordu. Sonsuz kaşıntısına ateş istiyordu artık, kaynama istiyordu.-

Planı çoktan hazırdı. Yok oluşunu finale benzetecekti.


Gün itibarıyla görüntüsü, sesi ya da sessizliği, hareketleri, duruşu, bakışı an an kayda alınacaktı.

Günleri belgesele dönüşecekti. Yayınlanacaktı. Gelir lösemili çocuklara bağışlanacaktı. Hem belki böylece hastalığı tanımlanacaktı. Yeterince bilinirse.


Kostümü bitirdi. Giyindi. Soluğunu kontrol etti. Görme hacmini kontrol etti. Kostümün boşlukları iyiydi. Rahat hissetmenin gerçekliğini unutmuştu çoktan. Bu yüzden rahatlık aramadı. Birkaç saat boyunca evde garip bir yaratığa benzediğini düşünerek gezindi.


Beklenen haber geldiğinde evden çıktı, bina önündeki siyah, sürgülü kapılı araca bindi. Üzerinde yazanları okumadı. Etraftaki kalabalığı okumadı. Bakışları, bağırışları okumadı. Hareketli bir gürültü sezebildi yalnızca. Kapıyı sakince kapattı. Koltuğa yerleşti. İçeriyi seyretti, koklamamaya çalıştı. Sonra alarmı çaldı, aceleyle sebze karışımlı püresini çıkardı, tam aksine durgun, temkinli yedi. Yüzü birkaç kez ölmek üzere olan birininkine benzedi. Ardından ilaçlarını yuttu. Ağzını başka bir sıvı ilaçla nemlendirdi. Lokmaların, yudumların dilinden damağına, oradan gırtlağına yolculuğunu acıyla hissediyordu. Sindirene kadar sürüyordu sancısı.


Evindeki karmaşa bittiğinde arabadan indi, hareket eden bir cansızlık gibi kalabalığın ortasından geçti, duymadı, görmedi, hissetmedi, yürüyebildi sadece ve böylelikle inine ulaştı. İçeri girdi. Koku faslını yaşadı, yaşadı, bitirdi. Talep ettiği gibi, fark edilmesi zor olacak şekilde yerleştirilmişti kameralar. Hepsi eklendiği yere uygun kamufle edilmişti.


Gezinmeye başladı. Şekilleri, işlevleri, konumları değişmiş eşyalara bakarken varlığıyla ilgilenmiyordu, sadece hissi bitsin istiyordu.


***


Alışmayı denemedi. Hiç. Kurtulmayı düşündü ama birkaç kez. Sadece düşündü.


***


İzleniyordu. Dinleniyordu. Bunun üstüne çok fazla düşünüyordu. İzleyicilere kendisi dışında bir şeyler göstermeye ihtiyaç duydu bir gün. Birkaç oyun tasarladı. Herkesin anlayacağı şekilde kameralara tane tane anlattı, oynadı. Kendine yenilmeyi sevdi. Hatta bu tek eğlencesi haline geldi. -Haftalar boyu sadece iki kez gülümsedi.- Oyunlardan biri "üç kere ve hızlıca mor vampir" diyebilmekti.


Basiti sevmekten başka çaresi yoktu.


***


Hastalığının getirdiği hassasiyetler arttı. Kasları zayıfladı. Saçları döküldü. Hemen hemen her gün kustu. Birinde neredeyse boğuluyordu.


***


O sabah geldi.


Yatakta uzun kalmadı.

Banyoya girdi her zamankinden erken. Kayıt edici cihazlardan her zamankinden erken kaçtı ve birkaç metrelik gizlilik alanında çok kalın sigaralar içti. Hızlı hızlı. Tekrar. Tekrar. Öyle ki bir süre sonra yeşil koku sokağa kadar indi, cebinde bu kokuya sebep olandan taşıyan bir genci gülümsetti. Canlılığıyla yarattığı son gülümsemeydi bu. Fark edemeyecekti. Hiç.


***


Son iki saatiydi.


Bunu fark ettiğinde...


Yerinde duramayacaktı. Hiç.


Oturamayacaktı.


Birkaç saat sonra burada olmayacağının bilinciyle.


Birkaç saat sonra hiçbir yerde olmayacağının bilinciyle.


Artık burada; bu anlamlar, başlangıçlar, bilgiler, değişimler, insanlar, hayvanlar, ağaçlar, çiçekler, sokaklar, caddeler, aşklar, sevgiler, umutlar, mutluluklar, tercihler, keşifler, heyecanlar, umutlar, meraklar ve en az bunlar kadar önemli sonsuz oluş ve ihtimaller silsilesi arasında hiç var olmayacağının gerçeğiyle.


Yarın sabahı bile göremeyeceğini bildiği halde bir sonraki yazı göremeyeceğine üzülerek.


Kaşıntısından, sancısından kurtulma umuduyla. Ama bir an bile iyimser olamayarak.


Gezinecekti.


Titreyecekti bir iki.


Ağlayacaktı çok kez. Kusmaya benzeyecekti birkaçı.


Kameralardan kaçmak isteyecek ama hep. Onlara bakacaktı. Son kez.


Birkaç kez acı sular kusacaktı.


***


Son bir saatiydi.


Bunu fark ettiğinde...


Salondaki yeşil koltuğa oturacaktı. Orada olmayan bir çocuğa bakacaktı. Tam elli bir dakika.


Sonra doğrulacaktı.


Geçecekti kameralardan. İnsanların bu anı izleyeceğini bilerek, kendini oynar yürüyecekti.


Saatlere bakacaktı.


Odalardaki onlarca alarmı kapatacaktı.


Dengesi kaybolacaktı.


Son sesi kapatmamışken henüz.


Banyonun önünde duracaktı. Ağlamak isteyecek ve buna kahkaha atacaktı. Yüksek. Çok yüksek kahkahalar. Atacaktı.


Kameralar çok merak edecekti bu anı.


Banyoya adımlayacaktı.


İsteyebileceği tek şey olarak,

yok oluşu finale benzeyecekti böylece.


Sonra.

Bilinecekti.

Ödüller alacaktı birileri hikayesi üstünden.


Çok fazla hisseden biri diyeceklerdi.


Belgesel çekimlerinin son gününde kostümünü çıkardı, banyoya girdi, küveti doldurdu, suya adımladı. Cızırtılı sesler, fokurdamalar duyuldu, inlemeler ve çığlıklar duyuldu. Kokulu ve renkli buharlar saçıldı eve. Kapısı kırıldığında, keskin bir koku yayılmıştı binaya, sokağa, şehre. Onun için her şey çok geçti. Diyeceklerdi. Maalesef diyeceklerdi.


***


Sonra.

Bir anne çocuğundan gizleyecekti bu hikayeyi. Ona babasının suya benzemesini susacaktı. Başka bilgiler kollayacaktı.

Sancısız bir kayboluş hikayesi uydurana kadar. İçindeki korkunç yitişi uyutacaktı.