Bir bestenin kimliği olmadığı gibi Dalla’nın da cinsiyeti yoktur ve bir parçacığın varoluşundaki belirsizliklerle kaplıdır zihnimiz.

Borges’in olmayan gözlerinde, Beethoven’ın yitirdiği duyma duyusundadır anlam. Bir bestede, bir tabloda, bir kitapta neyi hissedersek onu algılarız. Algı, yaşam ve hissettiklerimiz arasında 6.bir duyudur. Bir şeylerin yoksunluğu bu duyuyu etkilemez ve tüm duyulardan üstündür. Yeryüzünde en belirsiz şey ise ölümdür. Yaşam süregelen bir dönemken bir anda ölüm denen belirsizlik ile noktalanabilir. Kişi, bu noktalanışı arzulayıp varlığını bir yokluğa çevirmediği müddetçe de belirsizdir. Algılar ise bu süreçte bize eşlik eden canlılığımızın hissettiklerimiz arasındaki 6.bir duyusudur. 


I.


Diş ve kemik  


Çoğu kez çıldırdım. Kalemimle ve 6.duyumla savaşlar verdim: yeni kelimeler doğurmak için. Sonra kelimeler beni doğurdu. Her yer kan oldu, bir ameliyathanenin stabilliğinde. Bense yeni kordon bağı koparılmış bir bebek gibi yabancı kaldım, bu dünyaya. Sonra yazmayı keşfettim. Hem yaratıcı hem yıkıcı bir eylem olan yazmayı... 


II.


Kelimelerin özgürleşmesiyle tutsaklığın mabedini yıktım. Beni doğuran kelimeler, kulağıma özgürlüğü fısıldadı. Bir ses olup kulağıma dolan kelimeler, benim ismim oldu. Hz. Süleyman’ın yeniliği, Platon’un bilgeliği zafer sayıldı. Oysa kaybedilen bedenler, toprakların altındaydı.


*** 


Mezarların yönü hangi yön bilmiyorum. Ayak uçları tek bir doğrunun hizasında birleşen sonsuz noktalar gibi ölüler. -Varlığımız yok oluşumuzla noktalanırken ölüm, sonsuz noktalar dizisi.- 


*** 


Biten her şey dokunamadığımız anılarla dolu, mezarlar ise biten hayatların dokunulamaz anılarıyla... 


***  


Çıplaklık, ölüm kadar karşı koyulamaz arzuların sevişmek için beklediği bedenlerin büyük bir yansımasıdır ve ölüler çıplaktır. 


*** 


Bu çıplaklıkla her an ölebilirim, kendimi tanımadan. Keşfetmeden bu bedeni ölü toprakla sevişebilir, kendimi yeniden de doğurabilirim. Ben bir yandan gömerken bir yandan döllenebilen insanlığım. Kendimi hem katledebilir hem de doğurabilir bir yanım. Bir yanımsa buna törenler düzenleyebilir, ağıtlar yakabilir ya da beni yeniden doğurup kulağıma fısıldayarak bana bir isim koyabilir. 40’ı çıkmış bir bebek olabilirim ya da 40’ı verilen bir ölü. Tüm ritüeller, doğumumla başlayıp ölümümle noktalanabilir. Belki de bu sürecin kutsalı bu ritüellerin törensel halidir, dişimle kemiğim arasında … 


III.


Kelimeler sadece hisleri ifade eder, sayılarsa kıyımların-kayıpların büyük olduğu topraklarda ölüleri... 



Görsel: Oidipus ve Sfenks, orijinal sulu boyası, 1861.