Seneler kadar sürdüğü otobüs yolculuğunun sonuna geldiğinde otogarda otobüsün basamaklarından indi. Tüm gece iki büklüm uyumak canını fazlasıyla yakmışken her yeri uyuşmuş bir halde hareket etmek daha da zor geliyordu. Üstelik daha iki gün bile olmamış dövmesinin acısı hemen yanı başındaydı. Arkadaş olup olamayacaklarını pek bilmediği iki insanın hikayesini vücuduna kazırken onların arkadaşlığından daha çok kendini, kendi durumunu düşünüyordu. Siyah ve beyazın arkadaş olmaktan geçip yan yana olamama ihtimallerini dahi bilmesine rağmen pişman değildi. Hakikatini, aşkın her zaman karşılık bulmasının mümkün olmadığını kavramıştı. Lakin yalnız gitse de vazgeçmemişti ve ona dargın da değildi. Ona darılması ne mümkündü. Ona bambaşka bir ihtimali öğretene sadece minnettar kalabilecek olsa da o şehirde kalamazdı ve ne yazık ki kalamamıştı.

Kızın sırtında iki şeritten oluşan bir dövme vardı. Birinin için siyah mürekkeple doluyken diğerinin sınırları siyah ile çizilip içi boş bırakılmıştı. O içi boşaltılmış olan şeridi kendisi olarak görüyordu. Asla diğeri gibi tam olamayacak, diğeri ile arkadaş olamayacaktı. Yine de onun yanından yöresinden ayrılamayacaktı. Fakat dövmesinin aksine kendisi onun yakınından uzağa gelmişti. İzmir’de İstanbul’dan çok uzakta, çok farklı olmayacaktı. İnsanın nereye giderse gitsin aynı insan kalacağını, sevdiklerini de sevmediklerini de yanında götüreceğini öğreneli çok uzun zaman olmuştu. O sadece çok uzakta mutlu olamasa da kendine bir düzen kuracaktı. Her gün bir ihtimalle yolları kesişir diye beklemektense olmayacağını bilerek, olmayacaklara alışarak an ve an kendini gerçekliğe alıştıracaktı. Hatta belki bir gün kendisine ait bir ailesi olacak, ruhunu esir alan karşılıksız aşkını asla kalbinden atmadan öylesine bir hikayesinin olmasına da izin verecekti. Ama bu sadece bir ihtimaldi. Ona baktığı gibi kimseye bir an bakmayı başaramamışken olabileceklerden biri olsa da onun geleceği değildi. Ona başkaları gibi sırtını dönüp kendine bambaşka bir hayat kuramazdı.

Yanında getirdiği iki bavulla beraber tabloyu bagajdan aldığında sadece yürüyüp hiçbir şey düşünmedi. Elindeki tablodaki adamın göğsünde olan şeritlerin kendisinin göğsünde olmasını önemsemeden boş bulabildiği ilk banka kadar durmadan, soluk da almadan yürüdü. En sonunda banka oturduğunda derin bir nefes verdi. Dün sabah bir anda uyanmasına engel olan rüyayı anımsadı. Oradaydı ve orada olmasının sonunun nereye varacağını bilmeden korkuyordu. Onun evinin olduğunu düşündüğü ucunun göklere eriştiği binaya girmişti. Ardında biri vardı ve ona gitmesini söylüyordu. Son bir şans için oraya gitmesi ve onu bulması gerekiyordu. Acele etmezse söylemesinin gerekli olduğuna inandığı hiçbir şeyi söyleyemeyecekti. Söyleyememekten, kendisini ona anlatamamaktan korktu. Yalnız gitmek istemese de asansöre can havliyle koştu. Kaçıncı kat olduğunu bilmeden bir sayıya bassa da oradan korkuyordu. Asansörlerden her zaman korkmuştu ve binaların yüksekliği arttıkça aklını yitirecek gibi olmasına engel olamasa da onun için devam edebileceğini biliyordu. Asansör bilmediği bir katta dursa da onun burada olmadığını hissedip aklına gelen ilk sayıyı buldu. Onu nerede bulabileceğini biliyordu. Yirmi yedinci katta bir yerdeydi. Hangisi olduğunu bilmese de oradaydı. Her zaman olduğu gibi üçün bilmem kaçıncı katındaydı. Kendi takıntısı onda da vücut bulmuş gibi düşünse de bir tesadüften ötesi olamazdı.

Asansör yirmi yedinci katta durduğunda zemine ayak basmak hiçbir zaman o an olduğu kadar zor değildi. Koridorda ilerlerken kapılardaki isimleri okuyordu. Sona her an daha çok yaklaşırken en nihayetinde onun adını gördü. Evinin kapısının açık olduğunu gördüğü gibi sesini de duyabiliyordu. Biriyle konuştuğundan emin olmasına rağmen kapıya elini süremeden koridorun sonuna kadar ilerledi. Suya, dışarıdaki tüm alanı kaplayan ağaçlara tepeden bakarken çok uzaklarda içinde olduğu gibi uzun bir bina vardı. Ona bakmaya dayanamayıp geriye döndüğünde koridorda yalnız başına olmadığını anladı. Bir kadının ona bir şeyler söylediğini duymasına rağmen söylediği şeyleri anlayamadı. Onun hemen yanında arkadaşını görürken kadının ziyaretçiden kimlik bilgilerini ve kimi ziyarete geldiğini söylemesini istediğini anladı. O kadınla gidip onu geride bırakamayacağını düşünürken gitmesi gerekiyordu. Lakin o kapının hemen ardındayken üç yıl sonra onu ilk defa görmeye bu kadar yaklaşmışken arada ve arafta kaldı. Kararını veremeden gözlerini açtığında sığındığı arkadaşının evindeydi. O ise kendinden çok uzakta, belki yeni uyanmış belki de uyanmamıştı.

Anlattığı hikayeler üzerinden kendine bağlanan, hayata ucundan köşesinden öyle böyle tutunan kızın aklında rüya ve sırtında birbirinin aynı olan ama asla birbirinin eşi olamayacak iki şeritten oluşan dövmesi vardı. Aşık olduğu adadan yüzlerce kilometre uzakta olmasına rağmen aklı da kalbi de onun yanındaydı. Bundan sonra her zaman böyle olacaktı. Aynı şehirde olup bir gün daha onunla yolda karşılaşma umudundan sonsuza kadar kurtulmuşken o yanında kalacaktı. Yine ve yeniden hikayelerini yazıp hayata bir şekilde devam edecekti. Onunla yaşayamasa da onu hikayelerinde yeniden ve yeniden yaşatıp ona sonsuz bir ömür verecekti. Kendisinin ömrü bitene kadar onun da kendinin de pek çok hayatı ve olasılığı olmuş olacaktı. Ancak şimdi nereye ve nasıl gideceğini dahi bilmeden otobüslere, otobüslerden inenlere ve otobüslere binerek bir başka olasılığa gidenlere bakıyordu. Gidecek hiçbir yeri yokken geldiği şehirden de doğduğu asıl şehirden de onun şehrinden de çok uzakta kuracağı düzenin kıyısında hiç olarak duruyordu.

Sabahattin Ali ile Raif Efendi arasında bir yerde durduğuna emindi. Kendisinin durduğu yerden bakıldığında kendisinin Maria Puder olmadığını biliyordu. Âşıklarına sahip değildi ve o asıl âşıktı. Maria Puder olmaktan daha çok Maria Puder’ine âşık olduğunu, kendi Meral’ini ya da Lavinia’sını bulduğuna emindi. Ve ona giden yollar kapalı olsa bile ona vurgun olduğunu artık kabullenmişti. Lakin o şehirden de çıkıp bu şehre gelmişti. Her koyna girip her sabah bakire olarak uyanan İstanbul’dan hiçbir şey bilmediği İzmir’e gelmişti. Şehirde otogarın bir bankında amaçsızca otururken aslını bilmesine imkan tanınmamış olan bir adamın suretine aşık olarak oturuyordu. Kulağı hep aynı şarkıyı duysa da ne an ne de şarkı asla aynı değildi.

Telefonuna gelen mesaj sesiyle aklındakilerden uzaklaşırken nereye gideceğini o anda bilmese de bildiğini fark etti. Yeni bir başlangıç için geliyorken ona her şeyin başlaması için ilk adımı attıran, kimse ardında durmazken yanında olanın yanına doğru gidecekti. Hiçlikten gelene hiçe dönerken gitmek, bir hayatı hale yola koyarken güvenecekti. Ayağa kalkıp bir adım atması yetecekti ve sonrasında her şey olması en doğru olana varacaktı. Yapması gerekeni yapıp ayağa kalktı. Gördüğü ilk taksiye binip şehirdeki ilk yolculuğuna çıkarken bunun son olmayacağını biliyordu. Yeni yol, yeni hikayeler ve yeniden güçlü olduğu günler gelecekti. Bir aşk, bir vurgunluk onun hayatının en güzel hikayesi olmaya devam ederken o kendi için yeni bir yol ve uğraş bulacaktı. Aşkın ve sevdanın artık masallarda kaldığına inananların aksine aşkının imkansızlığını bir masal gibi yaşayacaktı. Sadece adım atmaya devam etmesi her şeyi yoluna koyacaktı.

Camı açıp Kordon’dan esen rüzgarı yüzünde hissederken gözlerini kapadı. Hızlı basılan bir fren yüzünden gözlerini açıp ön koltuğa çarpmaktan son anda kurtulsa da yine aynı yere çarptığını saniyeler içinde gördü. Arabanın önünde duran adama son anda çarpmaktan kurtulan taksici öfkeyle arabadan inerken o gözlerini adamdan bir an bile ayıramadı. Rüyasında da son üç yılda da yakınında yöresinde göremediği o adam birkaç metre ötesindeyken aklını kaybedeceğini düşündü. Vurulduğundan beri sesini de yüzünü de aklından çıkaramadığı adam orada taksici ile konuşurken bir anlığına kendisine baktığında kalbi yerinden çıkacak gibi atması gerekirken her zaman olduğu gibi her zamanki gibi atmaya devam etti. Onun doğru olduğunu değişmeyen, korkuyu hissetmediğini gösteren kalp atışlarından anlasa da yapabileceği hiçbir şeyi görmeyi başaramadı. Olmasını istediği şey ne bilemezken asla ona yaklaşamayacağını bir kez daha anladı. Onu sadece uzaktan seviyordu ve onun yanına gitmek onun için gerçek olamıyordu. Olursa olacaklardan korkarken onu uzaktan sevmeyi artık kabullenmişti. Çünkü bazı aşklar sadece uzaktan olmak zorundaydı. Ne kadar çok sevilirse sevilsin sevmediği bilinenin uzaktan sevilip onun mutluluğundan mutlu olunması gerekirdi.