FORGET


hüznün son s’ağlaması bu

mevsimi olmayan hiçbir cümlede

anmadan söylendim yüzünü

soluksuz yetişmek bağırdım nefeslerine

yaramıyordu her şiir 

-ayrı ayrı tattık işte

serçeler de bayatlarmış

ne mayıs bıraktın

ne ağustos

ayrı ayrı kaçtık işte 


O istemeden gülümsemiyor ikindiüstü yorgunluğu

dostsuz var’mak vefayla noksan kalıyor 

-siniyor ciğerime duransız gök 

bir vahaya heves etmeye görsün bahrî

meraksız bir bedeviye sunuluyor sah’ra

-zahirân zehirâ kazılı döşünde bahrî-

felâhsız serâbe kumlara kararken kendini

kartları tırnaklı

hep açık oynamış -yerilmiş bahrî


kimin kanasına sığınsam meydan taş

babamın dualarıyla sarılsan ya bana



ki sen 

kırlangıcı taşlara vurup

yürekten sol’duğum her satırı

bakışsız boşluğa mayalayan sen


sen:

körpe kuşlarla sapanları vuran.


-bu gülün âh’ı kaldı göğsünde-


dünden bir yangınla tebessüm takasında

:ben



mayısta üşümek kadar siyah bakışa

ben de dönüyorum sırtımı 

çok yoruldum -kapalı kapılar biriktirmek-ten

yaşlarımı görmesen de 

sel sonrası bir evin ortada kalmışlığı bu

yuva bulmaktan ayrı düşen parantezin sonu


yalnız benim duyduğum terennümle

yaz sabahlarına çıkarman lazımdı kâlbi

bulmam gerekti vanilin tozan su yüzlüyü




bilmem ki

beyaz karga dilinde nasıl denir

kurumak istiyorum bir ağaçla





FORGET-ME



senin için son defa

ölü serçelerden kolye yapan

öksüz bir çocuk burukluğu biriktirdim

belki dedim

bunu tutar ellerinden

kaldırımın en ücrasında beniunutma maîsi


sesini duymak ansızın

yaz şiirleriydi aciz şairlerin


kokusunu yitirmiş sel öncesi

hiçe yaş’lara sayılıyor sessizlik

nice yaşlara boğuluyorken ân’sızın

bir serçenin yürüyüşü d’üşüyor aklıma

-ölüşünden önce uçuşundan güzel- 

perçemin ucu nar çiçekleri

perdemin bir ucu korla yanan

hangi iğdenin dalını büksem o koku

gitmiyor sağ gözümde seğirik hazan


hangi canın âhına düşeyim şimdi

en çok sana üstelemek istedim

 -bu hayatta 

canım en çok sana üstelemek

üstüne yürüyüp sarmak istedi

kaçırılmış ellerini


adının üstüne kuşlar yazacaktım

yüreğimin ağrını alsın diye

en ince yerinden bir karanfil hüznüne

mendirekler gören bir mezar kazacaktım

kehribarım 

kahr-ı bağrım âh



Âh ki ben

gönlünü sürdüğü her taşın altına

bir sevdalığı bırakan

kelimelerimi bulan yok


Âh ki ben 

-kafesinde kâlbi-

sapanlara taşlar konuşan


yağmur ne vakit değse sırtıma

toprak kokuyor ezâ-n çiçekleri


-yitik sabahın serin ağırlığında-

yüzünden kuruyan bu adamın

hangi mevsimin makastarı işler içine

kiraz alından çocuk gülüşünü aplike



bir benim gergefime nakışlı şu

yarayı sormadan

sarmadan evvel

sarılmak denilen 

-bir senin ellerinden akışlı su-



yaralamadan öldüren şiirler yazmalı

camönünde günleri yaktıktan sonra


yağmur ne vakit sırtıma değse

-kursağım taş bağlı günsüz ümit-

toprak kokuyor


bulamadım şu hüznün pekiştirmesini

up’uzun kos’koca sım’sıkı hüp?hüzün

günbegün solan yüzümü anlatıyorum

şiir sanıyor

-kanıyorum bilen yok


öfkemi güdeceğim kadar güç ver ya Rab

sürüsüz çobanın yumruğu kadar tuzum

sonu benden kaçan bir yolum uzun

yük hüzün çok tozum

elim açık yok kozum


her acının şiiri 

güzel değil

kalifiye durmuyor sayfalarda keder

vallahi denedim tutamadım

darmadağın

paramparça


o gece yine kendime

kırık bir hüphüzün? hephüzün?!

sevince mi yakındır

intihara mı diye sormuştum



yüzümün üzerine kuşlar astım

Âhımın kabukları göğden ağsın diye


yol uzun

yük hüzün

sol sızım

yok yüzün


bir rengin ahengi 

bulana dek sevinçleri

akşama bulanan dert değmesin diye yüreğe

kalemi elime almayacağım bir iklim boyu

bilsen ne çıkacak-bilmiyoruz sanki

sitemkâr kırgınlığın bıçağı hep kendine dönük


sağır batakçıllara haykıran kırlangıç

s’ayrılığı geçti bir gece evvelinden

anlatma yorgunluğundan 

uzak yangınlara düz koşu



FORGET-ME-NOT



yine de ben

en çok sana üstelemek istedim bu hayatta

adının üstüne kuşlar yazacaktım

yüreğim ağrını alsın diye


tutulmamak elimden beş harf eksik

sevmelerim yolda kalmasıyla namlı

mutlu ol artık

bırakmak bundan sonrası hep

öncesi zor


yazması basit 

yaşaması kor 


çünkü 


babam kadar

kızım kere

rüzgar kadar

kokun kere

hamd kadar

isyan kere

ağaç kadar

tohum kere

sen kadar

ben kere

sevgi kadar

sövgü kere

ne eklersen bize dair

ner’den tutarsan tut 


avucunda kalan tek pare oymuş


bir hüznün pekiştirmesi yokmuş


tek sana üstelemek istedim bu şiirleri

kuşlar üzerine adımızı yazdım 



göğsümün kıyısında beniunutma mavisi

babamın duası ve yüzüm’ ortası bir yol

dilim kor üstüm toz içim dalgın 

buldum ateşiyle bezmiş bir canın

dargın bir yangınla


bir hüznün pekiştirmesi yok






elime dolaşıp tutuşan bağrımda

gülüşten çekememekti mürekkebi


haddinden fazla yorgunum ‘Âyn’ur-rızâ

göğsümün kıyısında beniunutma mavisi



bir tek 

sana 

üstelemek istedim bu şiirleri

yazdıysam sanaydı bütün hepsi

beniunutma mavisi




...




Mirza Şâmil.

-Nagâh-






.