"Karanlık aydınlıktan üstündür ve doğan her gün eninde sonunda karanlığa teslim olacaktır."

Dora'nın en yüksek dağında, uçurumun kenarında gecenin karanlık boşluğuna doğru bakarken yüzünü yalayıp geçen soğuk rüzgâr, kulaklarına dolup bu cümleyi fısıldıyordu. Ne zaman gün güneşini batırıp kendini geceye teslim etse, içinde hiçbir ışığın aydınlatamayacağını bildiği simsiyah boşluğun daha da büyüdüğünü hissediyordu. Hâlbuki dışarıdan bakıldığında, beyaz gözleri ve porseleni andıran beyaz teni yine aynı renkteki uzun dalgalı saçlarıyla birleşip ışık saçardı.

- Ulya! Ulya gelecek misin yoksa herkes açlıktan ölmeyi beklemeye devam mı etsin istersin?

Agresif ses tonu ve konuşmanın ana fikrinin "ölüm" olduğu düşünülecek olursa seslenen Anka'ydı. Anka tam bir kırmızıydı. Genelde sinirli, sinirli olmadığı zamanlarda ise sinirlenmek için bahane arayan, asla bulaşmak istemeyeceğiniz türden bir savaşçı.

Ulya sırtını karanlığa döndüğünde göreceğinden emin olduğu manzara tam karşısındaydı. Rüzgârda alev alan kırmızı saçları ve kömür rengi gözleri ile Anka, her an onu öldürebilirmiş gibi bir ifadeyle biraz uzağında dikiliyordu. Bu manzara Küre'deki çoğu kadın ve erkeğe korku salabilirdi ama Ulya'nın içinin huzurla dolmasına sebep oluyordu.

İçeri adım attığında beyaz teni soğuktan neredeyse şeffaflaşmıştı.

- Soğuktan donmuşsun! Yine mi o uçurumun tepesinde dikiliyordun? Sana hemen biraz ökse otu ya da kuşburnu kaynatayım. İçini ısıtır.

Mohini, Ulya'nın kollarını sıvazlarken bir yandan gülümsüyor bir yandan az önce söylediği otların faydalarını saymaya devam ediyordu. O böyleydi, içinizi, o sıcak gülümsemesiyle o da olmazsa değişik bitki ve otlarla mutlaka ısıtmayı başarırdı. Klasik yeşil.

Biraz fazla konuşur, ama asla boş konuşmazdı. Toprak rengi kıvırcık saçları, buğday rengi teni ve yemyeşil gözleriyle çoktan kaynatmaya başladığı bitkilerin tanrıçası gibi dururdu.

- Bitkiler iç ısıtmaz salak. Kaynattığın sıcak suyun etkisiyle vücut ısısı artar sadece. Direkt su kaynatıp içirsen de aynı etkiyi yaratır.

+ Sana bir bütün zencefil yedireyim de bak bakalım bitkiler iç ısıtabiliyor muymuş! 

Pera buz mavisi gözlerini okuduğu kitaptan Mohini'ye çevirmiş alaycı alaycı bakıyordu. Her mavi gibi, konuşmaları her zaman alaycı, tavırları hep bilgiçlik taslar gibiydi. Kendisini dünyanın en zeki insanı olarak görürdü ve onunla sadece yarım saat geçirmeniz gerçekten dünyanın en zeki insanı olduğunu anlamanız için yeterliydi.

- Herkes o koca poposunu kaldırıp raftan bir tabak alsın. Çorba sizin laklağınızdan sıkılıp pişmeyi bıraktı. Haydi! Anka şu şömineye biraz daha odun at. Pera, kitabı hemen bırakıp gelmezsen akşam yemeği olarak onu kemirmek zorunda kalacaksın. Mohini tatlım, bugün sofra duasını sen yapmak ister misin? Ulya?

Hera, en büyüğümüzdü. Bizi her koşulda bir araya toplamayı başarırdı. Aramızda çok fazla yaş farkı olmasa da bir çocuk için ebeveyn ne ise Hera'da bizim için oydu.

Altın sarısı saçları ve bal köpüğü gözleriyle o kadar dingin ve ışık saçan bir görüntüsü vardı ki yüzüne baktığınızda sanki o çağların en başından beri buradaymış ve siz ise anadan yeni doğmuş bilgi yoksunu bir bebekmişsiniz gibi hissederdiniz. Karşılaşacağınız her sarı gibi.

Ulya tek tek etrafındaki bu muhteşem kızlara baktı. Çok yaş farkları yoktu ama aralarında en küçük oydu. Kendisinin emanet edildiği bu kızlar, onun biyolojik olmayan kız kardeşleriydi ve bu hayatta sahip olduğu tek aileydi. İçindeki karanlığı sadece onların yanındayken hissetmiyor bu yüzden yanında olmalarını büyük şans sayıyordu fakat sık sık kendisi olmasaydı yani kendisi ile bu kızlar bağlanmamış olsaydı nasıl bir hayatları olurdu diye düşünmekten kendini alamıyordu. Muhtemelen Dora’da bu keskin kayalıkların, yırtıcı hayvanların ve kovulmuşların arasında değil, kendi ait oldukları kentlerde yaşıyor olurlardı.

Hera, Sarı Kent'te bir bürokrat olarak yaşardı hatta belki Sarı Kent'in Sahip'i o olurdu. Mohini Yeşil Kent'te insanları iyileştiren bir şifacı olurdu, insanlar tedavi olmak ve huzuru bulmak için uzaklardan gelirlerdi onu görmeye. Evlenirdi, bir sürü kıvırcık saçlı çocukları ve onu çok seven bir eşi olurdu. Pera, bir alim olurdu. Bir sürü yeni buluşlar yapar, insanların hayatlarını kolaylaştırırdı. Biraz aptal olduğunu düşündüğü bir kocası olurdu muhtemelen. Anka, Kırmızı Kent'te ne olurdu bilmiyordu çünkü Kırmızı Kent'te ne olunabileceğini bilmiyordu. Asker diye tahmin etti.

Kendisine talip olan her erkeği bir bahaneyle öldüreceği için evlenemezdi muhtemelen.

Peki ya kendisi? Ulya yasak bir bebek olarak dünyaya gelmeseydi nerede yaşardı? Beyaz Yarım Küre'nin merkezi, Dora'nın dağlarının hemen bitimindeki Derin'de, kurucular ile birlikte mi yaşardı?

Zaten Derin'de doğduğu için kovulmamış mıydı?

Hera ona biyolojik anne ve babasının Derin'de yaşayan kurucular olduğunu söylemişti. Kurucular büyü ile dünyaya gelmiş kişilerdi. Sadece birbirleri ile eş olabilirlerdi ama ne var ki çoğalıp nesillerini devam ettirmeleri yasaktı. Çünkü onlar gezegenin yarısı olan Beyaz Yarım Küre'nin lanetlenmiş kurucuları ve yönetenleriydi.

Kurallar, renkler ve kentler ortaya çıkmadan çok önce konulmuştu. Bu sebeple silik bir hayal olarak hatırladığı anne ve babası o daha çok küçükken onu farklı kentlerdeki dostlarının üç kızı ile bağlamış, bebeklerini dört küçük kıza teslim etmişlerdi. Bağlama, sadece bazı büyük kurucuların yapabileceği bir şeydi ve bilindiği kadarı ile büyü sadece bağlanılan kişi öldüğünde çözülürdü. Çocuk doğuramaz, aile kuramaz sadece Ulya için yaşarlardı. Hepsi küçüklüğünden beri her koşulda hayatta kalabilmek, savaşabilmek ve saklanabilmek üzerine yetiştirilmişlerdi. Çünkü hayatları boyunca gizlenmeleri gerekiyordu.

Bu yüzden Ulya 12 yaşına geldiğinde hiçbir kente ait olmayan ve Derin'i tepe ve kayalıklardan oluşan bir çember şeklinde sarıp kentlerden ayıran, Ulya gibi yasak ya da kovulmuş insanların evi olan Dora'da yaşarlardı. Gizlenmeleri gerekiyordu çünkü bazıları bu yasak bebeğin eğer yaşarsa, karanlığın beyaz küreyi ele geçireceğine inanıyorlardı. Ulya bu kehanetin kaynağını çok araştırmış fakat ne yazık ki bulamamıştı ancak insanların bu denli korkmasını anlıyordu. Karanlık yok olmak demekti çünkü, bu yüzden Ulya ölmeliydi ama bu aileleri tarafından kendi rızaları ile gözden çıkarılmış dört kız kesinlikle yaşaması gerektiğine inanıyordu.

Hera: Ulya çorban soğudu, tabağını bitir muhtemelen gece eğlence var, güçsüz düşmeni istemeyiz.

Anka: Eğlence mi? Ya neden şimdi haber veriyorsunuz? Bilseydim gündüz sevinecek bir şeylerim olurdu.

Mohini: Şu aptal saldırılara eğlence demeyi kesin. Bir gün birinize bir şey olacak diye çok korkuyorum

Ulya: Pera işaretlere baktın mı kim geliyor? O hımbıl yağmacılar ise yatağımdan bile çıkmak istemiyorum hiç keyfim yok, siz halledersiniz.

Pera'nın yüzü bir an kararmıştı. Zoraki bir gülümseme ile "Yağmacılar olmayabilir, hava değişiyor, birkaç garip işaret var Ulya, yine de yuvadan çıkmasan iyi olur." dedi.

Yuva dedikleri yer dağın zirvesinde kayalıkların arasına gizlenmiş yarısı yerin altında değişik bir yapıydı ama Dora'da ev denilebilecek tek yerdi. Kızlar sık sık avlanır ve farklı zamanlarda kentlere inerek ihtiyaçları olabilecek şeyleri getirirlerdi. Bu yüzden ara sıra yağmacıların saldırılarına uğrar ve buna eğlence derlerdi. Çünkü bu şirin görünümlü kızlar, tehlike karşısında küçük birer seri katile dönüşürler ve Ulya'yı gerekmedikçe bu işe karıştırmazlardı. Ama bazen yağmacı ya da yırtıcı hayvanlar yerine başka şeyler gelirdi yuvaya. Öyle zamanlarda eğlenceyi Ulya başlatır ve yine o bitirirdi. Ayağa kalktı, yele gibi uzun dalgalı saçlarını geriye doğru savurdu ve pencereye yaklaştı. Hava iyice soğumuş hatta buz kesmişti. Havanın durumuna bakılacak olursa gelen şey her ne ise Mavi Kent'tendi. Beyaz gözlerini gecenin karanlığı üzerinde gezdirdi. Görünürde bir hareketlilik yoktu ama hissediyordu. Soğuğu ve yaklaşan adımların ağırlığını hissediyordu. "Saklanın" dedi kızlara, "Bu seferki diğerlerine benzemiyor.”

"Bir kahin bizi ziyarete geliyor diye saklanacak değiliz" dedi Anka.

Ulya'nın varlığını bilen ya da öğrenen kâhinler ara ara ya kendileri gelir ya da başka şeyler yollarlardı Ulya'yı yok etmek için.

"Gelen bir kâhin değil" dedi Ulya, "Ayaz geliyor.”

Ayaz Mavi Kent'in sahibiydi. Ulya 16 yaşındayken onunla tanıştırılmış ve sonra hep ondan kaçmak zorunda kalmıştı.