İnci gibi dizlerinin üzerinde yaşlanma karşıtı bir deriyi giyindi üzerinde. Belgrad’da tek başına yürüdüğü düzlemsel kalabalığın peşinde hayal kuraklığını kovalamaya bayıldı. Fransız Büyükelçiliğinin tepesindeki deseni tutkusal bir tutkalla zihin boşluğuna astı. İçinde dönel bir kavşağın teğetleri kopuyordu, o ise loş bir püskülün altında sıska bir şişmanlığın boş şişesinde kendi kimliğini tarıyordu. Paragrafın akışını bozan cümleler kurdu, kurduğu cümlelerin lügatını tozuttu. Aklını, yetim bir yer fıstığının kırlentine bırakmayı bildi. Ufak ufak rendelediği tel zımbanın yuvası dağıldı. Platolar eskitti lastiksiz saç tokasında. Birden; onun da sahte bir topuz kullanıp kullanmadığını, kafasının üzerindeki dört köşelinin nerede başlayıp nerede son bulduğunu düşündüğü sığlıkta buldu düşüncesinin 0.7 ucunu. Yüzeysellikte ve sığlıkta hep yanında olan bu vadi, cam çekişmezdi, yalandı. Kandırdı zihnini, yarım numara düşük bir metafor kaldı tırnağının üzerinde. Litrelerce kaygıyı yangın dolabının altındaki plastik saksıya ekti ve kapadı kardiyolojik ritmini kutuplanmış tutkusuna. Şarapsız mevsimin şişelenmiş arzusuna kaldırdı haberini. Şerefe değil.