Çok konuşamıyorum çoğu zaman. Bunu istemediğimden değil aslında. Düşüncelerimi genel olarak kontrol etmekte zorlandığım günler oluyor. O günler benim için sadece uykulu ve huzursuz geçiyor. Yataktan kalmak istemediğim çok gün oluyor. Yüzümü yıkamadığım, yemek yemediğim, üstüme hiç değiştirmediğim ve dışarı bir adım atmadığım günlerim var. Güneşliği açmıyorum çoğu zaman. Güneşten fazlasıyla rahatsız oluyorum çünkü. Boş yere orada duruyormuş gibi aynı. Güneşin gözüme vuran her ışını sadece benim canımı yakıyor ve rahatsız hissediyorum. Bunun normal olmadığını biliyorum aslında ama bazı günler oluyor diye çok önemsemiyorum kendimde. Genelde herkesin zaten sorunları var diyip çok üstelemiyorum kendi içimi, anlatamıyorum insanlara.


Zaten ölmeyecek miyiz? İki metrelik beyaz kefen değil mi hepimizin hazin sonu? Böyle gerçeklerle boğuşmak huzursuzluk yaratıyor bünyemde. Madem öleceğiz neden bu kadar büyütüyoruz bu hayatı? Neden bu kadar çekilmez kılıyoruz? Neden sevdiğimizi söylemekten bu kadar utanıyoruz ki? Ne kaybedebilirsin iki hayatında? Seni görmezden gelsin seni engellesin senin hayatından çıksın. Ne değiştirir ki sende? İki metrelik beyaz kumaş. Sana geri dönmese de, hata sana hiç gelmemişse bile herkesin sonu aynı.


İçimde huzursuzlukla beraber harmanlanan huzur var. Önemsemek istemediğim bir konu var. Aslında zaten hayatım yeterince zor olmasına rağmen sürekli her gün bu konuyu düşünmek benim incitiyor ve yıpratıyor. Ben açık açık söyleyeyim; seni düşünmek istemiyorum. Senin hayalin bana zarar veriyor. Hayatına devam ediyorsun belki bilmiyorum. Umarım devam ediyorsundur çok güzel bir şekilde çünkü eğer sen de böyle benim gibi acı çekiyorsan acını acım bilicem ve senin için de üzüleceğim bunu biliyorum. Ve bu yapmak isteyeceğim son şey. Umarım aklına gelmiyorumdur. Umarım iyisindir. Soramıyorum. Kaybedecek bir şeyim yok ama gurur yaptım biraz istemsizce. Bana cevap vereceğini biliyorum. Bana cevap verirsen sana her gün yazmaktan korkuyorum zaten en çokta. Bana uzak olmana rağmen aklımdan çıkartamıyorsam eğer seni bana iyi davrandığında bunu kesinlikle yanlış anlayacağım. İkimizi bu duruma sokmak istemiyorum balım.


Senin yolların dikenli sevgilim. Sen o dikenlerinin farkındasın ama kesmiyorsun dikenlerini. Bana gel dedin dikenlerinin kesmeyeceğini söyledin. Ben tam sana ulaşmışken canımın acıdığını görmedin ve güllerine zarar verdiğimi düşündün. Beni atar topar attın bahçenden sevgilim. Yaralıydım ve yarımdım. Kanlar akıyordu her yerimden. Ama sen güllerine gittin, için yanıyordu biliyorum güllerini zor yetiştirdin fakat benim suçum neydi? Kanayan kollarıma baktın, onları kapatmaya çalıştın beşlik de kendince. Sonra gittin, daha iyi bakıcak biri vardın dedin bana. Yoluma çıkacağını söyledin. Ben, beni senin iyileştirmeni istiyordum. İyileştiremese bile senin yanında kan kaybetmek istedim, acıyı yanında çekmek istedim. Yol boyunca ağladım, arkamdan seni affetmemi söyledin. Nasıl affedecektim ben seni? Nasıl affedebilirdim. Ben senin güllerine zarar vermedim sevgilim hiçbir zaman. Senin dikenlerin beni paramparça etti. Belki daha bahçenin yarısına gelmemiştim. Fakat senin bahçen çok yabaniydi. Beni uyarmadın. Güllerini tercih edeceğini neden söylemedin bana? Buna rağmen hala yürüyorum. Arada arkama bakıyorum ama ne senin bahçen, ne sen,n evin, ne de sen görünüyorsun. Ama merak ediyorsan eğer, çok istedim arkamdan koşmanı. Öldüm mü, kaldım mı? Yürüyorum ama sadece rüyorum öylesine kanayan, yara bere olan bedenimle. Buna rağmen bekliyorum hala. Belki koşar gelirsin arkamdan diye.


Gelsen de gelmesen de, kocaman öpüyorum yine, sadece seni ve tek seni kocaman öpüyorum. Umarım güllerinle mutlusundur ve her gün yeniden doğan güneş sana zarar vermiyordur.