"Hiçbir şeyi olmayan, her şeyi olandan daha üstündür!"


Bu slogan, insanların içine işleyen ve (duruma göre) ardı arkası kesilmeyecek şekilde, boğazlarından geçen antidepresan haplarıyla geçici olarak hayatlarından yakınmaları azalan, hayatı tıpkı deve sırtı gibi bir orantısızlık içinde olanların yaşama tutunmalarını sağlayan yegane bir araçtı. Şirket, gayet ciddi ve pürdikkat bir biçimde insanlara yardım eli uzatıyor, bu eli tutan insanlar ise (şaşırtıcı bir şekilde) gayet mutlu olup hayatlarının geri kalanındaki zaman boyunca yüzlerinde oluşan tebessüm sayılarını istemsizce artırıyorlardı. Bu şirkete güveni tam olan insanlar, diğer insanlara öykünmeyi büyük ölçüde azaltmış ve günün birinde öleceklerini bildikleri için, gerçek bir üzüntüye kapılmanın, doğaya bir hakaret niteliğinde olacağını iddia etmişlerdi. Belki de haksız sayılmazlardı. Sonuçta mutsuz olan da mutlu olan da bir gün ölecekti ve neredeyse tüm insanlar, öldükten sonra geriye bir şey bırakmak için çabalamak yerine, şimdiki zamanı yaşayıp hayatlarını anlamsız bir yapıya dönüştürüyorlardı.

Şirketin adı, Yeniden Tasarlama Kampı'ydı ve amacı, hayattan bıkmış olan zengin insanları tekrar hayata kazandırmak ve gerçekten de adı gibi, bu insanları yeniden tasarlayıp topluma sunmaktı. Bu yaptıkları uzun metrajlı serüvene, Beyaz Sayfa Protokolü ismini vermişlerdi. Şirketin neden böyle bir amacı olduğunu kesin olarak kestirebilmek olanaksızdı ama toplumda dolaşan dedikodular, insanların bir fikir sahibi olmalarında etkiliydi. Bu dedikodulardan en elle tutulur konumda olanı şu şekildeydi: Şirketin kurucusu olan Ku, küçük yaştayken annesini ve babasını kaybetmiş ve yetimhanede büyümüş biriydi. Günün birinde, son parasıyla bir piyango bileti almıştı ve bu bilet, onu ülkenin sayılı zenginlerinden biri haline getirmişti. Ku, uzmanların uyarılarına kulak asmadan hemen bir banka hesabı açıp tüm parayı bankaya yatırmıştı. Kazandığı bu büyük parayla otoparklar, parklar, alışveriş merkezleri, tekstil fabrikaları ve çeşitli şerbet fabrikaları açtırmayı planlayıp topluma faydalı olmayı amaçlamıştı. Ama gel gör ki zengin olduktan neredeyse bir yıl sonra tüm parasını kaybetmiş, doğal olarak da planladığı tüm projeler yarıda kalmış ve toplumdaki saygınlığı büyük ölçüde azalmıştı. Parasını kaybetmesinde o dönemler çok da tehlikeli görülmeyen ve insanların, "Sadece bankalara yapılan," diye tanımlandırdığı siber saldırılar etkiliydi. Bu saldırıları yapan internet hırsızları, Ku da dahil yaklaşık beş milyon insanın banka kartlarını ve tüm iletişim bilgilerini açığa çıkarmış ve bu kartlardaki tüm paraları sömürmüşlerdi ama özellikle Ku'nun hesabındaki yüklü parayı çalmak için özel bir çaba sarf etmişlerdi. Zaten saldırıyı yapıp parayı çaldıktan birkaç hafta sonra hepsinin kimlikleri açığa çıkmıştı ama herkes gibi Ku'nun da parası bulunamamıştı. Bu durum sonucunda mağdur olan insanlar, saldırıyı yapanlardan şikayetçi olmuşlardı ve bu dört kişilik dev "hack" kadrosunun tamamı yirmişer yıl hapse mahkum edilmişti. Banka sahipleri, kendilerinin de tıpkı kullanıcılar gibi mağdur olduklarını ve bu yüzden kimseye geri ödeme yapılamayacağını topluma bildirdikten sonra, herkesten büyük tepkiler almışlardı ama bu kargaşa, bir-bir buçuk sene sonra ortadan tamamen kalkmış, banka sahipleri, yeni otomobilleriyle yurt dışına büyük keyif içinde gitmeye başlamıştı ama neyse ki bu da çok dikkat çekmemişti. Ku, paranın kendisine zarar verdiğini düşünmüş ve kendisine temiz bir sayfa açarak ilk önce çöp toplamış, sonrasında bir restoranda garsonluk yaparak bugünlere kadar gelmiş ve insanların da kendisinin edindiği deneyim gibi bir deneyim edinmemeleri için, Yeniden Tasarlama Kampı şirketini kurmuştu.

Dedikodular içinde en çok elle tutulur teori buydu. Çünkü Ku'nun (sözde) piyango oynadığı sene sadece bankalara siber saldırılar yapılıyordu ve tüm siber güvenlik uzmanları, kullanıcıları, paralarını bankalara yatırmamaları için uyarıyordu ama insanın içinde söylenenin zıttını yapma isteği olduğu için, kimse bu uyarıları dikkate almıyordu ve doğal olarak da işin ucundaki paraları kaybetme durumu, içine odun atılan bir alev buhranı gibi şiddetleniyordu.