Bugünlerde içimden yaşamak bile gelmiyor. Bomboş yere uzanıp gözlerimi tavana dikip saatlerce öyle kalmak istiyorum. Hiçbir işe yaramadan, kimsenin sesini duymadan… Hatta kendi zihnimin sesini bile susturmak istiyorum. Kendi içimde yalnız kalmak istiyorum. Sessizlik istiyorum. Kafamdaki seslerden kurtulmak istiyorum. Onları dinlemeye çalışmaktan, onlara yetişmeye çalışırken kendimi kaybetmekten, zaman kavramını yitirmekten yoruldum artık. Kafasındaki seslerden bile kurtulmayı beceremeyen bir insan nasıl kalbindeki hislere hükmedebilir ki? Daha kafasına hükmü geçmeyenin kalbi söz dinler mi? İnsan umut etmekten yorulur mu hiç?


Yorulurmuş meğer. Olmayacağını bile bile hayal kurmaktan, her şeye iyi tarafından bakmaya çalışmaktan... Bağıra çağıra söze dökemediklerimi haykıramamaktan yoruldum. Yaşayamamaktan, yaşamaktan korkmaktan yoruldum. Ölüden farksız bir hayatım var. Risksiz, hissiz, kimsesiz, toprak altında kalmış gibiyim. Unutulmuş, yalnız kalmaya zorlanmış, haykırışları duyumsamazlıktan gelinmiş, hiç önemli değilmiş, ölsem de yaşasam da bir fark olmayacakmış gibiyim. Daha doğru düzgün birini sevmeyi bile beceremiyorum. Herkese akıl dağıtmakta bir numarayım ama iş kendime gelince hep sıfırım. Neden? Bilmiyorum.


Artık bir şeylere geç kalmak istemiyorum. Hayatı kaçırmak istemiyorum. Kendime engel olmak, yaşamaktan korkmak istemiyorum. Hayatta olduğumu hissetmek istiyorum. Ama nasıl olacak bütün bunlar, bilmiyorum. Cevaplanacak tonlarca sorum var ama verecek bir cevabım yok. Sanki benim cezam cevapsız sorularla yaşamak zorunda olmak. Ya da sorularıma bir cevap bulamamak.


İçimdeki bu boşluk hissi hiç gitmeyecek diye çok korkuyorum. Öyle bir boşluk ki bu sanırsın kara delik. Ne atsan doymuyor, daha da büyüyor. Ve ben bu boşluğun büyümesini engelleyemiyorum. İçimdeki yangını söndürebilecek ne gücüm var ne de isteğim. Keşke her şey kendiliğinden olsa. Bir şeyler için çabalamak zorunda kalmasam ama değerini bilsem yine de. Ya da canım yanmasa artık. Korkmasam bazı şeylerden, korkusuz olabilsem.


Hissetmekten korkmasam mesela, kendime duvarlar örüp bir kalede hapsetmesem kendimi. Özgür olabilsem kuşlar gibi. İstediğim yere gitmem bir kanat çırpışıma baksa... Gökyüzü benim olsa... Dünyayla beraber dönsem dursam. Ama hiç yorulmasam... Ömrümü gökyüzüne adasam, son anıma kadar gökyüzü evim olsa. Bir evim olsa... Kendimi evimde gibi hissedebileceğim biri olsa hayatımda... Güvenebileceğim, yorulduğumda sırtımı yaslayabileceğim, kendimi ona bırakırsam beni düşürmeyeceğinden emin olduğum birisi olsa mesela. Gözüm kapalı güvenebilsem böyle. Nefeslerimi bile ona emanet edebilsem...


Biliyorum, çok şey istiyorum. Zaten tek bildiğim gerçek de bu. Çok şey istiyorum bu hayattan. Açgözlülüğüm yakamı bırakmıyor. Hayat da beni terbiye ediyor kendi çarkı içinde. O çarkı kıracak gücüm yok, o da biliyor bunu. Daha da daraltıyor çarkını; nefes alamayacağım kadar çok daraltıyor hem de. Nefes almak istiyorum, izin vermiyor. Boğuyor beni. Zamanımın ne kadar da az olduğunu bir tokat gibi çarpıyor yüzüme. "Nefes almaya zamanın yok," diye fısıldıyor kulağıma.


Yeterli zaman yok! Hiçbir zaman da olmayacak. Sonsuz hükümlerinin en büyük ve yüce kuralı bu. Biliyorum, biliyorum… Ama bir umut işte, belki bu sefer yeter, diyorum zamanım her şeye; belki bu sefer…