Dünyanın renklerini sırtlanmaya çalışırken,

Simsiyah insanlar olduk.

Hatırlar mısın bilmem,

Bir kaç ağaç ve yeşilliklerin içinde papatyalar,

Gökyüzü şenşakrak suratımıza gülerken,

Bizde güler, şarkılar söyler,

Hiç olmayacak belki, hayallerimizden söz ederdik.

Sıcak nefeslerden buğulanan,

Kış soğuğunda camlar vardı,

Üzerine kalpler çizdiğimiz anlamsız.

Şu beyaz kağıtlar yerine,

Kahve tonlarında pürüzlü kağıtlara,

Bir şeyler yazmak hep daha enteresan gelmiştir.

Çay dolu cam bardak,

Çay tabağına yapışınca deli olurdum,

Ama severdim aniden düşüp,

Herkesi korkutan o sesi.

Kaseler dolusu pilav yiyebilirdim annemin ellerinden,

Şimdi tıkanıyor midem.

Tükürmek, iğrenç ve rahatlatıcı bir eylem,

Tabii çocukken öyle gelirdi,

Şimdi yalnızca iğrenç.

Yine de bir gün yüzüne tükürecek olursam,

Hala iğrenç ama rahatlatıcı bir eylem olabilir.

İşte sarkastik bir kaç sohbetin ardından,

Bir filme gönderme yaparak,

Ne kadar saçma bir sahnede olduğumuza yanabiliriz.

Sonra sana yazdığım şiirlerden bahsederim,

Beğenmiş gibi yapmak sureti ile,

Anlamadığın sözleri alkışlarsın sende.

Soğuk bir bira, ağır bir sigara,

Selam bile verebiliriz doğan sabaha?

İşte böyle, yarım yamalak bir hikaye,

Şimdi aldığım nefes dahi anlamsız geliyor,

Yıllar önce tutulduğum aşk,

Şimdi bir oyuncak,

Ardıl bir kaç aşk, netice yine hüsran,

Hiçbir şey ile mukayese edilemez bir yalnızlık,

Kimsenin anlayamacağı bir kavga,

Nihayetinde ise ölüm.

Ölürsem eğer bir gün,

Mezarıma kendini getirir misin Gülüm?