Bir uzak bileklerimden çekiştiriyor,

Bırakayım diyorum, sakınayım dünyadan.


parlayıp kendi kendine sönmeye bırakılan bütün hevesleri bir yerlere gömeyim,

kavga etmeyeyim.

Başında bekleyeyim dünyadan istediğim her şeyin.

Bütün arzularıma ölüp gidenlerden bir parça rahmet ikram edeyim.


Ateş topu gibi yerimde duramıyorum, hiçbir şey uslandırmıyor beni.

Ben dünyadan yanmıştım, alev içinde bırakan dündü beni.


gözlerimin içindeki parıltı bazen aynada yine de yanıp sönüyor.

kendime şaşkınlığım birike birike bir şiirden taşıyor.


Güzel bir elin kapıyı çalmasını umursamamılıydım,

bunu en başından , -taa en başından- tek başıma bırakıldığım ilk seher vaktinden.

hep yeniden inanmak değil mi beni delirmenin ayak ucunda bekleten?


Yemyeşil bir ağacın dallarından yepyeni bir dünya hevesiyle doğan da bendim.

Ben bir zıtlığın goncası olarak mı belirdim?

Beni dalımdan koparan, gürül gürül şehir.

bu çocukluğuma düşman yapan ve aynı yerden heyecanlandıran.


Şehirin içinde dalgalanıp duran kent masalları,

belki bir iblisin yatağında belki bir yaşlının vefa için araladığı kucağında kendi kendimi bulma ihtimali-


Hiçbir şey beni devrimci bir yumruk gibi gerçekleştirmeyecek.

ben de anlaşılan kalbim bağışladığım bedenin içinde atmaya başlayana kadar öğrenemeyeceğim sıyrılmayı.


Bugün batan güneşte dünyanın ıssızlığını duyumsadım,

dedim ki ''işte şimdi sakınmaya yaklaştım.''

Ve bu ıssızlığı benim gibi anlayan birinin omzunda ağlamak istedim.

En iyisi bu belki, taştan bir kalbi başımı koyduğum yerden yumuşatmak.


Sessiz, elde edilmemiş,üzerine gölge düşmemiş yarının ince heyecanı,

Kalbim kırıklarının gölgesinde hala bir gün için titreyip duruyor.


İçimde asi ve başkaldıran bir çocuk tepelenip duruyor,

Bileğimden beni uzağa sürükleyen o.


Diri diri gömse ya beni bütün bu çoktan koparılmış yanım,

Yine ayağa kalkmaya yeltenmemek için kafamı çağlayan bir nehire mi sokmalıyım?