"Tarih Felsefesi, başlangıç.
Argümanlarınızı sunun.
Rakamlarla ve olaylarla ilgilenmez, öncelikle tarihin mümkünlüğünü sorgular. Hangi Tarih? Tarih'in başlangıcını belirleyen olay nedir? Yazının icadı mı? Şu kazananın yazdığı meşhur binlerce çocuğa kazınmış tarih mi yoksa, gerçekte olanlar mı? Sonradan bağışlanan günahlar mı yoksa, hep leke gibi kalan bir şeyler mi? Lanetinle yaşa! "Hiç ayrılmayalım." derken kast ettiğim her cümle anlam kazanıyor bu gece, marijuanayı ömrüm boyunca savundum, ve tükettim, nadiren viski bolca şarap içtim, sakeyi sonunda denedim! Hiçbir zaman yamaç paraşütü yapmadım. Kalp var kızım bende, seni görünce fark ettiydim ilk. Gizli çok, gizli. Kuş dili, kill the snitch.
Sonra ver elini Kanada, oradan Adana, bir bakmışsın Konya ve
Hiç yitirmediğim mizah anlayışımdan çıkıp yola varırız Amsterdam,
sonrasında No way.
Rotamızı söyleyemeyiz, bazen biz bile bilmeyiz,
Kami, Tanrı, Poseidon, ne dersen,
o belirler bizim rotamızı,
gülünç gelirse size
Hatırlayın Kusursuz Rastgele!"
Böyle bir şeyler zırvalamıştı, rastlaştığımızda, Hollanda'da bir festivaldi, aralarda boşluklar var... Beş saat falan konuştu, biraz Hip Hop kültüründen esinlendiği kelime oyunlarıyla ufkumu genişletti, hatırladıklarım bunlar. İkimiz de 72 yaşındaydık ve bir konserde buluşmuştuk, uzun sürmeyecekti, sürdürmesi gereken bir hayat vardı, ikimizin de, ayrıldık yeniden lakin onun da dediği gibi, hiç ayrılmayalım ne demek o gün öğrendim. Bir çeşit karabüyü gibi, şimdilerde bolca satranç bulmacası çözüyorum, internet üzerinden satranç oynamayı bırakmadık, turnuvalarda onu hep görüyorum, hep kaybediyor, sinirleniyor ama belli etmemeye çalışıyor
ben yüz kilometre öteden anlarım onu, O bir gösteri adamıdır ve sevmez öyle adi rolleri
antikahramanlar gerekir ona, kuralları biliyordun ve istediğini almakta gecikmedin. Çevrendeki herkesi para gibi harcadın, tuhaf testlere tabii tuttun, psikolojik olarak anlamaya çalıştın, sınıflandırmak istedin, psikolojiyi böyle okudun, ruhu anlamaya çalışmadan, beni yaftaladın dedim ona, yazım kurallarının pek çoğunu ihlâl ettiğimin farkındayım. Festival bittiğinde aşkımız bitmemişti, festival boyunca tüttürdük, pek konuşmadık, biraz öpüştük, beni etkileyen fikirlerini bana anlattı, bir kez daha onunla tanıştığımda başıma gelen şeyin delirmek olduğunu sandım, lakin deli olan oydu, asit yapıştırmayı teklif ettim, reddetti, hep mantıksal olmuştur, yineledi "kalp var bende," sonra yapıştırdık tabii, hiçbir şey arzulamayan o adam, gidip neşeli bir çocuk olmuştu yeniden, ağaçlarla konuşuyordu, benimle dans etmeye çalıştı, insanlar onu kayda almak isteyince durdu, biraz küfretti, beni evine davet etti, orada istediğimiz gibi dans edebiliriz dedi, sandığım gibi kimseyi kandırmamıştı, tamamen başka bir yöne değiştirmişti akışını, gözler önünde gizlenen bir mektup gibi.
Evine ziyarete gittim, dans ettik, sonra yoruldu, sonra bir daha dans etmeye çalıştı, kustu. Ölüyorum artık dedi, sen kazanırsın biranı şimdiden ısmarlayayım dedim. Ölünce bira ısmarlanır mı bilemedim, benim içemediğim tüm biralara lanet olsun. Bazen böyle çıkışları oluyordu, sonra sakinleşiyordu, ölmezsin daha dedim, daha gerçekten acı bile çekmedin. Asittendir dedi, her şey çok ince bir anda gerçekleşiyordu, poşeti çöpe atıp geldi, biraz kan kusmuştu, artık yaşlandım diye yineledi, sallanan sandalyemde oturup Dante okumak istiyorum. Murphy'i hâlâ okuyorsun. Arzunu bir sanatçının cümlesinde buluyorsun, hangi cümle söyleyemezsin ama biliyorsun, açıp kitabı gösteriyorsun bana, şu satırdan şu satıra diyorsun sen oku diyorum
artık her an ağır ve hastalıklı, gençliğimden eser yok, okumuyorsun zırvalamaya başladın, bir gün son marijuanamı tüttürecek ve ağrısız bir uykuya dalacağım, son bir kadeh şarap içecek ve son bir plak dinleyeceğim, son olduğunu bileceğim, uyuduğumda her şeyin biteceğini hissedeceğim, daha önce uyanacağımı hep bildim, o gün uyanmayacağımı bildiğim halde uykuya bırakacağım kendimi. Sonsuza dek uyuyacağım, bu Dünya beni çok yordu.