Işığın odama ruhani bir ahenk içinde sızmasıyla uyanıyorum. Ne adi perdeymiş bunlar! Işığı almasınlar, ben hep uyuyayım. Uykum derin değil, başka bir boyutta yaşıyorum uykularımı, pek rüya görmem; üzülüyorum. Birkaç dakika debelendikten sonra günün ilk muhasebesini yapıyorum; 20 sigaram var, tanesi 135 kuruş, günün ilk muhasebesiyle birlikte ilk siyasal sövgüsünü de yapmış bulunuyorum. Saat sıfırdokuzyirmibeştir ve benim aciliyet gerektiren tek işim ilk sigaramı yakmak; kaldı on dokuz, gitti uyku mahmurluğu. Kahvaltı edip etmemek konusunda derin bir tartışmaya giriyorum kendi içimde, üzerimdekilerle çıkamam ekmek bana gelsin şeklinde bir paşazadelikle sonuçlanıyor tartışma, havalı hareketlerle basıyorum çay yapmak konusunda master’ı olan makinenin tuşuna, bir sigara daha yakıyorum kaldı 18. Bu sıralar çok fazla gelip gidiyorum kendi içimde, deli miyim ne?! Kim değil ki deyip geçiştiriyorum bu sorunu kendi içimde, karnım aç ve karın açken felsefe yapılmaz, önce karınlar doydu sonra gerçekleşti Rönesans! Ekmek geldi ve size söylemeyi unuttum ki kaldı onyedi saatlerden ise onsıfırsıfırdır. Televizyon açılır kanallar bir güzel zaplanır, kiminde biraz duraklanır, şaşakalınır. Bu kadar ahlaksızlık da olur mu diye sayıklanır, ahlakın ne olduğu sorgulanır sonra o da geçiştirilir. Sinirli sinirli dört sigaranın daha dibi sıyrılır; kaldı ondört, saat ise onüçteksıfır. Söz verilmiş, gidilmeli. Çünkü ben çok sinirlenirim son anda değiştirilen planlardan, ancak dakiklik konusunda bir sıkıntım var, aç parantez bunu çözmem lazım kapadık parantezi. Kendim tarafından sokağa salındım, hava bahar; ben ise sonlardayım. Kulağımda, inanın hatırlamıyorum ama mutlaka, Sinatra ya da MazharFuatÖzkan. Geniş bir müzik zevkim olduğunu kendime hatırlatmaktan asla imtina etmem, kendimi severim, pek tabii müzik zevkimi de. Bu arada kalmıştır herhalde oniki ve koyulunmuştur yola, iki tane de inince içip düzlemek isteğindeyim sayıyı.
İndim, bana kilometrelerceymiş gibi gelen yürüyüş ve birçok azimkârane tırmanışın ardından; sağım İstiklal, solum Tünel. Ne güzel(miş)sin Şişhane! Karaköy’e inilmeli, bunun için iki yol var: biri belediyenin ‘’dünyanın en eski İKİNCİ metrosu’’ olduğunu bir tek benim alnıma yazmadığı kaldığı Tünel Metrosu (yeni adıyla Füniküler) bir diğeri Galata’yı sağına alarak Yüksek Kaldırım’dan aşağı salınmak, hala yabancıyım İstanbul’a. Bu sebepten olduğunu sanıyorum vuruyorum kendimi Yüksek Kaldırım’a. Hala yabancıyım ya, İstanbul’a, güzelliğine hayranım bu sokaktan bozma Cadde-i Kebir’e komşu kalabalık dar caddenin. Ferhan Şensoy, eskiden daha güzel olduğunu söylemişti, pek kulak asmıyorum ona, görememiş olmak benim suçum değil! Caddenin sonuna doğru bir sol yapıyorum Alageyik Sokağına; burada deminki şaşaalı kalabalık bitiyor. Önceleri anlam veremiyordum bu sokağın manasız ıssızlığına şimdileri ise bir fikrim var: Sokağın hemen başında, solda ‘’emanetçi’’ yazan bir kulübe, sağda ise boyalı duvarda bir demir kapı var, orası Zürafa Sokak! Zürafa Sokak ise pek haşmetmeab Sultan 2. Abdülhamid’in yabancılar için açtığı kerhanelerden müteşekkil bir sokak. Şimdileri eski halinden eser yok, olmasın da zaten. Belediye de yıkıyor buraları, yerine kültürlü bir şeyler yapacakmış kültürünü sevdiğimin belediyesi, ironi yapmaya bayılıyor. Alageyik Sokağı bence bu nedenle boş, size burasının boş olmasının sebebini bu sokağın kötü yerleştirilmiş Arnavut Kaldırımlı dik bir sokak olmasından mütevellit olduğunu söyleyecek insanlar da çıkacaktır, ısrar ediyorum onlara ağzının payını veriniz! Bu düşüncelerle birlikte önce cadde görülüyor, ardına da hızlıca geçen tramvay. Solumda Saint Benoit, hoş buldum Kemeraltı, bekle beni Maliye Caddesi, sana hiç bakmak istemiyorum kazulet otopark. Bu arada hesabım tutmadı kaldı sekiz, ben bir şeyler anlatırken sigara içmeyi çok severim. Maliyeyle birlikteliğimiz çok sürmüyor, savurgan buluyor beni. Atıyorum onunla nişanımı, o şaşakalıyor ben bundan faydalanıp Kemankeş Sokağa süzülüyorum. Kemankeş Sokakta, kemanla alakalı hiçbir şey yok olmaması da mantıklı zaten çünkü Kemankeş’in kemanla hiçbir anlam birlikteliği yok. Basitçe okçu olarak çevrilebilir güncel Türkçemize, işin boktanı okçu da yok, olmasın da zaten ortada Osmanlı yok!
Kalmıştır 7 ve sözleşilen yere sızılmıştır artık, geri dönüşü olmaması canımı çok sıkıyor, bulunmak istemediğimi anlıyorum buraya vardığımda, sığamıyorum insanlara, bu beni çok üzüyor. Orada ne konuştuğum sizi hiç ilgilendirmiyor çünkü beni de hiç ama hiç ilgilendirmemişti. Yüksek ihtimalle ya kadındır mevzubahis ya da ucuz siyaset sizi ilgilendiren tek şey içildi kalan yedi sigara ve artık bitmiştir paket.