Not: Bu eser 7 sene evvel henüz çok küçükken kendi kendime yazıp tamamladığım bir roman girişimidir. En başından düzenleyip burada yayınlamak istedim zira yazarken çok eğlenmiştim, çok seviyordum. Hafif ve eğlenceli bir kurgu, umarım beğenirsiniz. Bu notu düşme sebebim zaman ve mekân farklılıklarının aklınızı karıştırmasını engellemek. Keyifli okumalar.


***


7 Şubat 2015, Cumartesi


Merhaba Güzel Defter!


Bugün çekmeceleri temizlerken buldum seni. Deri kaplı, siyah renk, sıradan bir defterdin. Annemden kalmaydın büyük ihtimalle. Kapağını kaldırdım yavaşça, bütün sayfaların boştu. Tek bir kalem bile oynatılmamıştı üzerinde. Gerçekten şaşırtıcıydı bu, annem bulduğu her defteri anı veya telefon defteri yapmakta ustaydı. Sana nasıl ilişmemişti hayret ettim.


Ama çok umurumda olmadı açıkçası, masanın üzerine bıraktım ve yatmaya gittim. Sabah olmasına az kalmıştı ve ben hiç uyumamıştım çünkü. Yatağa girdiğimde seninle ne yapacağımı düşünmeye başladım, karar verdim de. Öylesine defterim olacaktın, canım sıkılınca karalayacağım türden.


Deri defter, kusura bakma.


Fakat bu sabah yaşadığım inanılmaz olayı birine anlatmam gerekiyor. Birine açmazsam, içimi dökmezsem vallahi heyecandan çıldıracağım. Şimdi kesin içinden kızım senin eşin dostun yok mu, rahat bıraksana beni, diyorsundur. Haklısın inan. İnanır mısın bilmem, benim pek bir kimsem yok bu dünyada. Babam ve annem bundan takriben beş sene önce trafik kazası geçirdiler, ikisini de o kazada kaybettim. Çok arkadaşı olan biri de sayılmam, tek dostum üniversitedeki ev arkadaşım. Esasında kelimelere dökmeden önce bu kadar yalnız olduğumun farkında değildim; ilginçtir, insan kimsesiz olduğunu böyle anlarda anlıyor demek.


Gereksiz bir kasvete boğdum seni de, iyi mi? Özetle, bir dosta çok ihtiyaç duyduğum esnada aklıma sen geldin. İlk gençlik yıllarımda annem bana günlük tut Büşra, derdi hep. Bunun beni rahatlatacağını iddia ederdi. Eh, benim şu an içimi dökebileceğim daha iyi bir alternatifim olmadığına göre…


Yeniden merhaba yeni sırdaşım.


Dün gece gerçekten çok geç yattığım için esniyorum sürekli, kusura bakma lütfen. Seni bulduğumda zaten saat sabaha karşı üçe geliyordu. Nihayet yatağa girdiğimdeyse öğlene kadar uyuyacağımı zannediyordum. Fakat işler planladığım gibi gitmemişti.


Sabahın dokuzunda başımda çalan telefon ile gözlerimi açtım, sersem gibiydim. Sinirle telefonu elime alıp kimin aradığına baktığımda kayıtlı olmayan bir numaranın aradığını gördüm. Belki iş yerinden arıyorlardır diye düşünmüştüm açıkçası, birkaç defa sesimi düzenleyip telefonu açtım. Fakat telefonun öbür ucunda tanımadığım bir kadın sesiyle karşılaşmayı ummuyordum.


"Merhaba," dedi kadın. "Büşra Mutlu ile mi görüşüyorum?"


"Evet, benim." dedim, yatar vaziyette olduğum yatakta düzeldikten sonra. "Buyurun?"


Benim henüz uyanamamış sesime nazaran telefonun ucundaki ses, son derece dinç geliyordu. "Günaydın Büşra Hanım," dedi. "ben Sevim Yüce."


Bu isim hiç mi hiç tanıdık gelmiyordu. "Merhaba, Sevim Hanım!"


Kadının sesinin sabah sabah bu kadar enerjik olması kulaklarımı tırmalamıştı. "Büşra Hanım, inanın, birazdan söyleyeceklerimin ve durumun ne kadar tuhaf olduğunun ben de farkındayım. Kemal Bey’in, dedenizin, mirası hakkında konuşmak için aramıştım.”


"Miras mı?" dedim, istemsizce.


"Evet,” diye kısaca cevaplamıştı. "ailenizin geçirdiği trafik kazasının ardından köydeki fıstık tarlalarını mirası olarak size ve Ceyhun Bey’e bıraktılar.”


Birinin benimle dalga geçtiğini düşünmüştüm açıkçası, deri defter. "Sevim Hanım," dedim, inanmamış bir ses tonuyla. "dedem öleli 1,5 yıl oluyor, Ceyhun Bey derken kimden bahsettiğiniz konusunda en ufak bir fikrim yok; benimle kafa mı buluyorsunuz?”


“Ben de en az sizin kadar şaşkınım desem inanır mısınız acaba, Büşra Hanım?” demişti inanılmaz kinayeli bir şekilde. “Miras meseleleri bir kenara dursun, hukuk alanıyla uzaktan yakından alakası olmayan bir kadınım ben. İnanın telefondan anlatılır gibi değil ancak şunu söyleyebilirim ki tarlaların tapusu önümde duruyor şu an. Dilerseniz size iş adresimi atayım, gelin, konuşalım.”


Nutkum tutulmuştu sevgili defter, ne diyeceğimi şaşırmıştım. Benim sessizliğimden istifade, Sevim Hanım konuşmaya devam etti.

"Sizden evvel Ceyhun Bey’i aramıştım, yarım saat içerisinde geleceğini söyledi. Eğer onaylarsanız siz de gelin ve bu ilginç durumu açıklığa kavuşturalım.”


Sabahın kör vaktinde, gözlerimi açalı henüz beş dakika bile olmamışken arka arkaya gelen bu bilgi bombardımanı takdir edersin ki afallamama sebep olmuştu. Ne diyeceğimi bilemediğim ve şaşkınlıktan dilim tutulduğu için sessizliğimi korumaya devam ettim.


Sabrı olmadığı sesinden belli olan Sevim Hanım, "Adresi size mesaj olarak atacağım, uygun mudur?” diye yinelediğinde dudaklarımdan “Peki…” kelimesi döküldü.


Telefon kapandığında yüz ifadem kocaman bir soru ve ünlem işareti halindeydi. Fırlarcasına kalkıp banyoya yöneldim.


Evet, 6 saat uyumuştum. Ama umurumda değildi!


Nasıl hazırlandım, üstüme kıyafet diye ne geçirdim inan hiçbir fikrim yoktu. Yukarıda bahsettiğim yalnızlığımın yanı sıra beş parasız borç içerisinde yüzen küçük bir yosun parçasıyım ben defterim, otobüse indirimli binebilmek için açık öğretimde kaydım var benim. Tahmin edeceğin üzere mirasın düşüncesi bile beni benden almaya yetmişti.


Hazırlanmam bittikten sonra telefonumu yeniden elime aldım, mesaj gelmişti. Adres evime uzak değildi, içimdeki delicesine coşkuyu bastırmaya çalışarak öğrenci kartımı cebime attım ve evden çıktım.


Şanslı günümde olmalıyım ki tramvay erken gelmişti. Ruhumun fakirliğinin bir özeti olarak dedemden kalan miras değil de tramvayın erken gelmesi günü şanslı günüm yaptı, bu da ayrı komedi.


Gaziantep’in eşsiz tramvay güzergâhlarını uzun uzun anlatmayacağım tabii ki. Kısa keseyim, Sevim Hanım'ın verdiği adresin durağında inip biraz yürüdüm. Nihayet ulaşabilmiştim. Garip olan, burası bir mimarlık bürosuydu.


Kapıyı yavaşça açtıktan sonra ürkek bir edayla içeriye göz gezdirmiştim, kafamda ise hâlâ ''Mimarlık bürosu ne alaka ya?'' sorusu dönüyordu. Açık konuşmak gerekirse işlerin haddinden tuhaf olduğunu o an anlamam gerekiyordu sanırım defterim, sabahın köründe ne yaşıyordum ben tam olarak? Hafif işkillenmiş ve gerilmiş hâlde kapının önünde dikilmeye devam ederken danışmadaki kız yanıma gelip ne istemiştiniz dercesine baktı. Meramımı anlattım, o da beni gönlümün götürdüğü yere, yani Sevim Hanım’ın ofisine yönlendirdi.


Üzerinde Sevim Yüce yazan kapıyı iki kere tıklattıktan sonra titreyen ellerimle açtım. Karşımda minyon tipli, büyük gülümsemeli bir hanımefendi duruyordu. Masasının öbür tarafında ise bu zamana kadar asla görmediğim kumral bir adam oturuyordu. Bu zat Ceyhun Bey olmalıydı.


"Merhaba," dedi Sevim Hanım, beni görünce.

"Merhaba." diyerek gülümsedim.

"Buyurun," dedi, masasının önünde duran öbür boş sandalyeyi gösterdikten sonra. “Oturun lütfen.”


Oturdum. Sevim Hanım önündeki kâğıtlar ile uğraşıyordu, yanımdaki adamın ise konuşmaya pek bir niyeti yok gibiydi. Ellerim hâlâ titriyordu, acaba şu an dolandırılıyor muyum diye geçirdim içimden. Belki öldürülecektim, miras ayağına beni kandırıp paramı çalacaklardı. Neden sonra hiç param olmadığı aklıma geldi de biraz rahatladım.


Konuşmaya niyetleri yok gibiydi, cesaretimi topladıktan sonra ilk soruyu ben sordum. "Dedemin mirası ile mimarlık bürosunun alakası ne acaba?"


Güldü Sevim Hanım, alaylı bir gülüş gibiydi. Elindeki kâğıdı kenara bıraktıktan sonra "Asıl işim mimarlık." diye cevap verdi. "Mesele çok karışık Büşra Hanım, en başından anlatmamız gerek sanırım.”


Aklım iyice karışmıştı. Kelimelerini dikkatli seçmeye çalıştığı çok belliydi, birkaç defa konuşmaya yeltenmesinden sonra nihayet söze başladı. “Dedeniz Kemal Bey benim babamın köyden samimi arkadaşıydı. Elim kazadan sonra felçli kalınca bu tarlaların tapusunu babama emanet edip ölümünden sonra torunlarına pay etmesini rica etmiş. Ancak babam şeytana uymuş, dedenizin vefatından sonra size hiç haber vermeden tarlaların üzerine konmaya çalışmış.


“Fark ettiyseniz '-miş'li geçmiş zaman kullanarak anlatıyorum” dedikten sonra belli belirsiz gülümsemişti Sevim Hanım. “…zira ben de bunları yeni öğreniyorum.

"Ceyhun Bey geçen hafta bana ulaşana kadar hiçbir şeyden haberim yoktu.”


Tahminim doğruydu, yanımda oturan beyefendi Ceyhun’du. Kim olduğu hakkında hiçbir fikrim olmasa da gayriihtiyari kendisine dönüp bakmıştım. İfadesiz suratı, göz göze gelince gülümser vaziyet almıştı. Ben de ufacık tebessüm ettim.


Devam etti Sevim Hanım. “Ceyhun Bey sizi tanıyor ancak tahminimce sizin kendisi hakkında hiçbir fikriniz yok. Dedenizin öbür eşinden olan torunu kendisi, yani bu tarlaların öbür ortağı.”


Kalakalmıştım defterim, dedemin başka bir eşi olduğunu bile bilmiyordum. Bu tarz konular çocukların yanında konuşulmazdı çünkü, konuşulursa da anında kapatılırdı.


Kocaman açılmış gözlerimle Ceyhun Bey’e doğru döndüğümde dudaklarımdan “Ne?” nidası dökülmüştü. “Benim gerçekten böyle bir kuzenimin varlığından zerre haberim yoktu!”


Araya girdi Ceyhun. “Beni tanımadığınızı biliyorum ancak ben sizi de Başak’ı da çok iyi tanıyorum.”


Ben şok üzerine şok geçirirken yeniden söze girdi Sevim Hanım. “Dedeniz felç kaldıktan sonra Ceyhun Bey kendisinin bakımını üstlenmiş ve vefatına kadar o ilgilenmiş.”


Yeniden Ceyhun’a bakmıştım, başıyla tasdikledi.


“Bu sebepten hem sizin hakkınızda hem de miras meselesi hakkında oldukça bilgi sahibi. Bir süredir izimi sürüyormuş ve geçen hafta bana ulaştı.” Derin bir nefes almak için duraksamıştı. “Tapular bende, niyetim en kolay şekilde sizlere pay etmek. Takdir edersiniz ki bu konulardan hiç ama hiç anlamıyorum; ancak hakkınızın bende kalmasına da müsaade etmem.”


Şaşkınlıklar içerisindeydim defterim, masanın üzerinde duran tapulara baktığımda bayılacak gibi olmuştum. Borçlarımı ödemek ve nihayet düzlüğe çıkabilmek için, hatta ve hatta hayallerimi gerçekleştirebilmek için yeterli param olmasına çok ama çok az kalmıştı. Rüyada mıyım diye birkaç defa kendimi yokladım, yaşananların mantıklı tek bir tarafı yoktu.


Ceyhun devam etti. “Başak’ın vefatından haberdarım. Bir haftadır Sevim Hanım’la size haber verip vermemek arasında tartışıyorduk ancak en sonunda sizin de bilmeniz gerekir diye düşündük.”


Kaşlarım çatılmıştı. Sevim Hanım toparlamak istercesine araya girdi. “Ceyhun Bey sizin miras meselesinden bile haberdar olmamanızdan dolayı ve senelerce dedenizin bakımını üstlendiği için sizinle mirası paylaşmak konusunda tereddütlüydü. Ancak dedenizin babama torunlarıma pay et demesinden dolayı ben size de haber vermenin doğru olduğunu düşündüm.”


Ya, defterim, görüyor musun henüz üç dakikadır tanıştığım üvey kuzenimin bencilliğini?


“Ceyhun Bey’in şöyle bir teklifi var:” diye devam etti Sevim Hanım. “Yüzde otuza yüzde yetmiş olacak şekilde bölüşmek.”


Hızlıca ekledi Ceyhun. “Fazla payı kendime istememin sebebi hem Sevim’in yukarıda saydığı nedenler hem de toplam gelirin yüzde yetmişi önemli bir işimi görebilmem için gerekli olan meblağ.”


Haklı sebepleri olduğundan pek bir emindi beyefendi, şaşkın bir şekilde gülüverdim. “Ne münasebet yahu? Ortada bir miras varsa bu benim de hakkım. Eşit bölüşmeyi talep ediyorum.”


Sinirden ve heyecandan sesim titriyordu defterim. Ceyhun, Sevim Hanım’a baktı yüzünde yarım bir gülümsemeyle. Al işte ben demiştim der gibi bir hâli vardı, hepten sinir olmuştum.


“Böyle bir cevap vereceğini tahmin ediyordum açıkçası Büşra.” dedi, sakin bir ses tonuyla. “Bugün öğrendiğin her şeyin çok üst üste olduğunun farkındayım, beni tanımıyorsun bile.”


Nereye varacağını merak etmiştim. Her şeyin planlı olduğu çok belliydi ve bu inanılmaz sinirlenmeme sebep oluyordu. “Bu yüzden yeni bir teklifim var, gel birbirimizi tanıyalım.”


Ne kadar alakasız, değil mi defterim? Hay Allah’ım, izdivaç programındayız sanki.


“Ben birbirimizi yeterince tanımadan bir karar almanın sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Benim yerimde Başak olsa ve benim gibi ihtiyacı olduğunu bilsen ona büyük payı bırakırdın eminim.”


“Yoo?” Havaya kalkmış kaşlarımla kahkahayı basmıştım. “Onunla da eşit bölüşmeyi talep ederdim.”


Ceyhun’un dişlerini sıktığı belli oluyordu, derin bir nefes alıp aynı hızla burnundan verdi. “Ben seni ikna edeceğimi düşünüyorum. İkna edemezsem bile en azından kayıp üvey kuzenimi tanımış olurum, bu da bir kazançtır.”


Ne diyeceğimi bilememiştim defterim. Sevim Hanım’ın masasında duran küçük kağıtlardan birini alıp üzerine telefon numarasını yazdı. “Sen de bana numaranı ver, yarın temiz bir başlangıç yapalım.”


Kâğıdı aldıktan sonra tüm gıcıklığımla “Bunun hiçbir işe yaramayacağını biliyorum, tamamen vakit kaybı.” dedim. “Bir hafta düşünüp bu çözümü mü buldunuz cidden?”


Hiçbir şey dememişti Ceyhun ancak sinirli olduğu belli oluyordu. Birkaç saniye duraksadıktan sonra ben de o minik kâğıtlara uzanıp kendi numaramı yazdım.

“Ancak şu an seninle tartışmanın hiçbir şey kazandırmayacağını da biliyorum. O yüzden senin istediğin gibi olsun.”


Kâğıdı aldıktan sonra yapmacık bir gülümsemeyle bana bakmıştı Ceyhun. “Vakit kaybı olmadığını göreceksin Büşra, söz veriyorum.”


Sanki Sevim Hanım’la sözleşmiş gibi cümlesini tamamlamasıyla ayaklanması bir olmuştu. O kalkınca ben de kalktım, yapmacıklığa devam ederek elimi sıktı. Yarın görüşmek için sözleşerek ayrıldık.


Oldukça garip bir gündü.


Dün gece normal Büşra olarak uyudum, uyandığımda dedemden miras kalan tarlaların ve bir de üvey kuzenim olduğunu öğrendim, aksiyona bak! Yarın neler olacak çok merak ediyorum açıkçası. Ancak dediğim gibi, her şeyin planlanmış olduğu çok aşikâr. Bu yüzden bir yandan da çok çekiniyorum, Ceyhun beni her an tongaya düşürebilir diye. Yaşayıp göreceğiz artık. Yarın sana güzel haberlerle gelirim umarım.


İyi geceler!