1 Mart 2015 Pazar


Selamlar!


Her şeyden önce, yüz kere yıkamama rağmen ellerimden çıkmayan boyalar yüzünden sayfalarında belli belirsiz lekeler bıraktığım için özür dilerim, canım sırdaşım. Duş alıp şu boyaları yok ettikten sonra sana yazmaya başlamam gerekiyordu, biliyorum. Ancak dayanamadım, düne kıyasla oldukça keyifli bir gün geçirince gelip bir an önce sana anlatmak istedim. Her günüm ayrı bir şekil geçiyor Ceyhun’un evindeyken sana yemin ederim. Beyefendiyi tanımadan evvelki sessiz, sakin, monoton hayatımı her ne kadar özlesem de çok eğlendiğimi asla inkâr edemem.


Dün gece ne kadar berbat bir gece geçirdimse bugün o kadar eğlenceli bir sabah geçirdim, sevgili defter. Çok güldüm bugün, dün geceki ağlamalarımın acısını çıkardım resmen. Dengesiz miyim neyim ben de bilmiyorum inan, kafayı yedim iyice. Ancak çok iyi geldi sırdaşım, hiçbir şey düşünmeden sadece gülüp eğlenmeye çok ihtiyacım varmış. Henüz gençliğimin baharındayken, yirmi altı yaşına yeni basmışken, nasıl bu kadar ruhum ölmüş ve nasıl bu kadar gülmeyi unutmuşum hayret verici doğrusu. Yaşlanmadan yaşlanmışız, azizim, hayat bize hiç nazik davranmamış.


Esasında sabah gözlerimi açtığımda dün gecenin ağırlığı hâlâ üzerimdeydi, şen şakrak uyanmamı kimse beklemezdi herhâlde. Yorganı çekiştirerek üzerimden atıp hızlıca ayaklandım. Saat henüz dokuz buçuktu, erken uyanma gibi bir huyum asla olmadığından benim gibi biri için oldukça erken bir saatti. Ceyhun’un bana verdiği patikleri ayağıma geçirdikten sonra sessizce lavaboya yöneldim.


Aşağıdan televizyon sesi geliyordu, Yıldız abla uyanmış olmalıydı. Birden aklıma Ceyhun düştü, defterim, uyandı mı acaba diye düşünmeye başladım. İçimde tatlı bir kıpırtı olduğunu senden gizleyemem, Ceyhun’u görecek olmak beni her defasında biraz heyecanlandırıyordu. Tuvalette işimi hallettikten sonra temkinli adımlarla merdivene yöneldim. Ancak mutfakta yalnızca Yıldız abla vardı, Ceyhun uyanmamış olmalıydı.


Yıldız ablayla selamlaştıktan sonra sessizlik içerisinde kahvaltımı etmeye başladım. Pek sabah insanı olduğumu söyleyemem, sırdaşım, uyandıktan sonra en az bir yarım saat geçmeli ki kendime gelebileyim. Yıldız ablanın da işi vardı zaten, o da bana pek ilişmedi. Hızlı hızlı karnımı doyurmaya başladım. Sofradan kalkmaya yakın, doymuş ve ayılmış olduğum için nispeten devrelerim çalışmaya başlamıştı.


“Ellerine sağlık Yıldız abla,” dedim, oturduğum sandalyede dikleştikten sonra. “çok güzel olmuş her şey.”

“Afiyet olsun kızım…”


Hafta sonunun vazgeçilmezi olarak televizyonda magazin programlarından biri vardı, çayımı tazeledikten sonra kilitlenip onu izlemeye başladım. Normalde ünlülerin hayatına, hatta genel olarak başka insanların hayatına duyduğum merak sıfıra yakın olmasına rağmen bu gerzek programlar kendisini izletme özelliğine sahipti, görür görmez kilitleniveriyordu insan ekrana. Bir de Yıldız abla önüme yeni pişen limonlu kekten koyunca değme keyfime. Dün geceden sonra üzerime huzur çökmüştü adeta.


Neden sonra benim kekimin yanına başka bir kek tabağı daha koydu Yıldız abla. “Ben rahatsız etmekten çekindim, üst kata çıkarken bunu Ceyhun’a götürür müsün kızım?”

Şaşırmıştım, sırdaşım, beyefendi uyuyor zannediyordum. “Ceyhun uyanık mı?”

“Evet, merdivenlerin arkasındaki odada resim yapıyor.”

“Ceyhun resim mi yapıyor?”


Benim şaşkın hâlim Yıldız ablaya tuhaf gelmiş olmalıydı, anlam verememişçesine suratıma bakıyordu. İçimde büyüyen heyecan ve merakla hızlıca ayaklandım ve tabağı elime aldım. “Ay, merak ettim bak şimdi! Hemen gideyim!” Yıldız ablanın bir şey demesine müsaade etmeden hızlı ama temkinli bir şekilde üst kata yöneldim. Ablanın bahsettiği oda, dün evi dolaşırken kapısını açamadığım kilitli odaydı hatırlıyorsan. Demek ki Ceyhun bu odayı, resim odası olarak kullanıyordu.


Senden gizleyemem defterim, Ceyhun’un sanatçı bir yanı olduğunu hiç düşünmezdim. Dedemlerin yaşadığı köyü biliyorum, yirmi yaşına kadar o köyde yaşamış birine göre oldukça sofistike zevkleri var üvey kuzenimin. Gaziantep Üniversitesi'nde muhasebe okumuş Ceyhun, iki senelik olduğu için eve çıkmaya bile gerek duymamış ve her gün köyden okula gidip gelmiş. O kadar ki köyden ayrılmamış yani.


Lütfen beni yanlış anlama, defterim, niyetim tabii ki köyü aşağılamak falan değil. Şaşırdığım ve ne yalan söyleyeyim, biraz da kıskandığım şey Ceyhun’un bana kıyasla bunca dezavantaja sahip olup da nasıl her şeyde benden katbekat iyi olması. Ben şehirde doğdum büyüdüm, önümde bir sürü imkân vardı; ancak doğru dürüst devam ettirdiğim hiçbir hobim yok. Daha iyi okullarda okudum, ilköğretim ve lisedeyken, ancak o genç yaşında büyük bir şirkete ortakken ben işsiz ve beş parasızım. Ceyhun’un sahip olduğu tüm dezavantajları avantaja çevirmiş olması moralimi bozuyor defterim, bu beni kötü bir insan yapar mı?


Öte yandan, Ceyhun’un kendini bu kadar geliştirmiş olması hoşuma da gitmiyor değil. Zeki, entelektüel erkekler daima ilgimi çekmiştir, sırdaşım, her ne kadar onlarla içten içe rekabet içerisinde olsam da… Problem de burada zaten; kafası doğduğundan beri bomboş bir levha olarak kalmış erkeklerden bununla ne konuşayım deyip ayrılıyorum, entelektüel erkeklerden neden benden daha iyi deyip ayrılıyorum; ilişki konusunda korkunç bir insanım. Bencil ve kompleksli bir kadın olmasaydım şu ana kadar çoktan gerçek aşkı bulmuş olurdum ya, neyse.


Merdivenin son basamağını da çıktıktan sonra nihayet üst kata varabilmiştim. Arkamda kalan odanın kapısı kapalıydı, içeriden belli belirsiz bir müzik sesi geliyordu. Çat diye girmenin yakışık almayacağını bildiğim için, yavaşça kapıyı tıklattım, ses gelmemişti. Lisede müdürün odasına girmediğime göre ikinci kez kapıyı tıklatmak anlamsızdı, yavaşça kapıyı araladım. Evin kasvetine tamamen zıt bir odaya giriş yapmıştım.


Küçük ve bomboş bir odaydı burası, üzerine örtü örtülmüş bir ikili koltuk, minik yuvarlak bir masa ve çevresine konuşlandırılmış iki tane sandalyeden başka bir eşya yoktu odada. İçeri süzülen güneş ışığı ve baştan aşağı bembeyaz olan duvarlar gözlerimi rahatsız edecek derecede parlıyordu, bu beyaz duvarların üzerine türlü türlü tamamlanmış tuvaller asılmıştı. Oldukça büyük bir teyp duruyordu odanın köşesinde, çevresinde ise dağılmış plaklar, yere saçılmış tuvaller ve renk renk guaj boyalar bulunuyordu. Bu kapının böyle bir yere açılacağı kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.


Odanın tam ortasında, yuvarlak masanın çevresindeki sandalyelerin aynısından birine oturmuş, önündeki tuvali renklendiren Ceyhun duruyordu. Benim şaşkın bir ifadeyle odayı süzdüğümü görünce yanında duran kumandayı alıp müziği kapattı ve yavaşça ayağa kalktı. Göz göze geldiğimizde gülümsedim. “Günaydın, rahatsız etmiyorum ya?”


Açık gri bir eşofman vardı altında. Üzerine ise v yaka, siyah renk bir tişört ile boya dolmuş beyaz bir önlük giymişti. Dağınık bıraktığı saçları, dört bir yanı boya olmuş elleriyle onu görmeye alışkın olmadığım bir hâldeydi. Elimde duran limonlu kekini yuvarlak masanın üzerine bıraktım.


"Günaydın!" Belli belirsiz güldü. "Şu yüz ifadene bayılıyorum."

"Hangi yüz ifadesi?"

"Bu," dedi, eliyle yüzünü işaret ederek. Taklidimi yapıyordu gerzek çocuk; gözlerini kocaman açmış merakla etrafına bakıyor, sürekli gözlerini kırpıştırıyordu.

“Çok kötüsün Ceyhun! Sahiden böyle mi görünüyorum dışarıdan?"

"Aynen böyle görünüyorsun."


Yüzündeki gülümseyiş hafif bir kahkahaya dönüşürken neşeli adımlarla az önce oturduğu sandalyeye yöneldi, tabii ben de arkasından… Masanın yanındaki sandalyelerden birini Ceyhun’un yanına çektikten sonra ne yaptığını seyretmeye koyuldum. Resim yapıyordu tabii ki, uzayda süzülen bir roket resmiydi bu. Altında kocaman Scorpions yazdığını görünce beynimde şimşekler çaktı, Scorpions’un Rock Galaxy albüm kapağını çiziyordu önündeki kare tuvale.


“Rock Galaxy?”

Çizimini tanımam hoşuna gitmiş olmalıydı, keyifle gülümsedi. “Nasıl, beğendin mi?”


Çok güzel olmuştu, sırdaşım, bu kadar yetenekli olmasını beklemiyordum açıkçası. Gerçek kapakla arasında neredeyse hiç fark yok gibiydi, tek kolu hâlâ alçıda olmasına rağmen nasıl bu kadar muntazam yapabilmişti hayret verici doğrusu.

“Çok beğendim, ellerine sağlık!”

“Ümit’in, bizim şirketin diğer ortağı, doğum gününe az kaldı. Evine asması için resim yapacağıma söz vermiştim, hediye olarak vermeyi düşünüyorum. Çok büyük Scorpions hayranı olduğu için böyle bir jest yapmak istedim ancak bilmiyorum iyi mi etmişim…”


Sandalyesine geriye çekilip eserine eleştirel bir gözle bakmıştı Ceyhun, emin değil gibiydi.


“Bence çok güzel bir hediye olmuş, çok ince düşünmüşsün. Beğenecektir eminim.”


Omuz silkmişti, emin değil gibiydi. Sanatçı edasıyla gerim gerim gerilirken elimin tersiyle suratına vurasım geldi, sırdaşım, ne yalan söyleyeyim. Keşke sana gösterebilsem çizimini, o kadar kusursuz ve gerçeğe yakın olmuş ki inanamazsın. Hâlâ neyini beğenmiyor anlayamadım gitti, herhâlde ben sanatçı gözüyle bakamadığım için hiçbir zaman da anlayamayacağım.


“Kolun alçıdayken bu kadar mükemmele yakın yapmayı nasıl başardın, vallahi helal olsun. Mütemadiyen her merdiven çıkışımda, ne kadar dikkat edersem edeyim, tökezliyorum. Hayran kaldım vallahi Ceyhun!”

“Çok bir şey yapmadım yahu…” dedikten sonra fırçasını siyah boyaya batırdı. “Büyük bir kısmını önceden bitirmiştim, son rötuşları yapıyorum şimdi.”


Pürdikkat Ceyhun’u izlemeye başladım, çok ince ve özenli çalışıyordu. Aklımda resim yapması ve bu kadar yetenekli olmasıyla ilgili bir sürü soru vardı, defterim, ancak dikkatini dağıtmak istemediğim için soramıyordum. Bir süre sessizlik içerisinde ne yaptığını seyrettim, neden sonra, aklına bir şey gelmişçesine bana döndü. “Müzik çaların yanında albümler var, istediğin bir sanatçı varsa onu dinleyebiliriz.”


Müzik, resimden daha çok anladığım bir alandı. Gözlerimi tuvalden çekip Ceyhun’a baktım, gülümsüyordu. Ceyhun’un kolundan destek alarak oturduğum sandalyeden doğruldum ve seke seke teybin yanındaki albümlere yöneldim.


İnanır mısın, sırdaşım, yerde sayamayacağım kadar çok albüm vardı. Liseden bu yana albüm koleksiyonu yapan beni kaça katlardı bu albümler, dijitalleştiğimiz şu günlerde bu kadar çok albümü ne yapıyordu, bu nasıl bir zengin zevkiydi böyle diye düşünmeden edemedim. Kendisi hakkında pek bahsetmemişti, yani en azından benim dün gece yaşadığım gibi bir iç dökümü yaşamadık hiç. Ancak inkâr edemem, kötü olduğu hiçbir şey yokmuş ve istediği her şeye sahipmiş gibi geliyor Ceyhun. Hasedimden kuduruyorum yani anlayacağın. Şaka tabii, belki de değildir, bilmiyorum…


Yere çöküp albümleri incelemeye başladım. Ağırlıklı olarak yabancı, eser miktarda Türkçe albüm vardı. Skala o kadar genişti ki genel bir şey söylemek mümkün değil, defterim; Sezen Aksu’dan tut da Pink Floyd’a kadar envaiçeşit sanatçı vardı. Teker teker hepsine bakarken bir tanesi uzaktan bana göz kırptı: Arctic Monkeys albümü... Ceyhun’un en sevdiğim gruplardan birini dinlediğini, üstelik benim hiçbir yerde bulamadığım ilk albümlerine sahip olduğunu hiç düşünmezdim. Gerçekten, sırdaşım, sürprizlerle dolu bu çocuk. Aklım almıyor benim!


İçimdeki büyüyen heyecanla albüme uzandım. İlk albümleri olduğu için Gaziantep’te bu albümü bulmak neredeyse imkansızdı, muhtemelen şehir dışında görüp almıştı beyefendi. Nazikçe kapağını açıp içinden CD’yi çıkardım ve birkaç şarkı geçtikten sonra favorimde durdum. Melodinin odayı doldurmasıyla başını kaldırıp bana döndü Ceyhun.


Mardy Bum…”

“Evet, favorim!”

Bunu söylememe eş zamanlı olarak ayağa kalkmıştı. Şövalenin üzerinde duran tuvali alıp bir kenara koydu ve beyaz gömme dolaba doğru yöneldi. Merakla ne yaptığını izliyordum, sırdaşım, çok ani ayaklanmıştı çünkü. Gömme dolabın kapısını açtıktan sonra boş bir tuval çıkardı ve teybin yanında dikilen benim yanıma seğirtti.


Arctic Monkeys sevdiğini bilmiyordum…”

Az önce aklımdan geçen şeyleri onun da bana karşı düşündüğünü görmek gülmeme sebep olmuştu. “Asıl ben senin sevdiğini bilmiyordum! Benim favorimdir kendileri…”

Elimde çevirdiğim albüme doğru uzandı ve bir çırpıda elimden alıverdi. “O zaman sana bir hediyem var!” diyerek albümü yüzüme doğru salladığında pek tabii ne demek istediğini anlamıştım, albümün kapağını benim için çizmek istiyordu!

“Ancak bir şartım var.” dedi, elindeki boş tuvalle şövaleye doğru yürürken. “Sen de benimle beraber çizeceksin!”

“Ay, hayır, olmaz!” Telaşlanmıştım. “Lisedeyken resmim üçtü benim, tuval israfı olur vallahi!”

“Seni imtihan etmeyeceğim herhâlde Büşra! Biraz eğleniriz işte, ne var? Eğer gerçekten berbat edersek de bugünden güzel bir anı kalmış olur, fena mı?”


Şüpheyle Ceyhun'un gözlerine baktım, defterim, gayet ciddiydi. O kadar yeteneksizim ki bu konuda; Ceyhun bile kurtaramazdı çizeceğimiz şeyi, emindim. Fakat haklıydı, mükemmel olmak zorunda değildi ya… Dönüp baktığımda bu günlerden, birimizin kolu ötekimizin bacağının alçıda olduğu günlerden güzel bir anı tatlı olabilirdi. Tuvali şövaleye yerleştirdikten sonra bana doğru döndü.


“Eğer çizimimle dalga geçersen seninle ömrüm billah konuşmam!”


Bir şey söylememişti, defterim, yalnızca gülmüştü. Çöktüğüm yerden duvardan aldığım yardımla ayaklandım ve seke seke şövalyenin önündeki sandalyeye yöneldim. Herhalde kolunun alçıda olmasından dolayı Ceyhun da pek önemsemiyordu yapacağı işi, ne olursa olsun güzel olmayacağının farkında gibiydi. Ben boyalarla bakışırken başımdan kendisininkinin bir örneği, beyaz bir önlük geçirdi. Tuvali heba etmeye hazırdık.


“Koyu gri perdeyi çizmeliyiz.”


Elinde çevirdiği albümü bana uzatmıştı. Bir tutamaç görevi görmekten pek mesut hâlde, hiç de şikâyet etmeden albümü tutmaya başladım. Gerçekten, sırdaşım, resim belki de en berbat olduğum alanlardan biri. Bu yüzden bu uçsuz bucaksız yeteneğimi (!) Ceyhun’la paylaşmak istemiyordum. Dünya bunu görmeye hazır değil inan.


“Çizim yapmaya ne zaman başladın?”

“Bilmem, kendimi bildim bileli çiziyorum.”


Albüm kapağındaki adamın silüetini oluştururken omzunun üzerinden yüzüme bakmıştı. “Ben çocukken bizim evdeki televizyonu babam satmak zorunda kalmıştı. Çizgi film izlemek için dedemin evine giderdim ama çok kalmama izin vermezdi dedem, hep kovardı. Ben de kendi çizgi filmlerimi çizmeye başladım kâğıtlara.

“Böyle kendi sonlarımı yazdığım çok çizgi film var.”

“Sahi mi?”


Bu retorik soruma cevap verme gereksiniminde bulunmamıştı Ceyhun. Bir süre sessizlik oldu, detaylandıracağı ögelerin kabataslak silüetlerini çiziyordu. Ben ise hâlimden oldukça memnundum, tutamaç görevi görmeye devam ediyordum.


“Annem güzel sanatlar mezunuydu zaten, yaptığım çizimleri hep destekler ve bana yardımcı olurdu.

Biliyorum, güzel sanatlar okumuş kadının bizim köyde ne işi vardı diye düşünüyorsun şu an. Farklı bir hikâyesi var onun da ama sonra konuşuruz bunları.”


Ellerini sallayarak konuyu geçiştirmişti, şu an konuşmak istemiyor olmalıydı. Bu isteğine saygı duyduğum için üstelemedim tabii, ancak çok merak etmiştim. Ceyhun’un varlığından yeni haberdar olmuştum, ailesi hakkında zerre kadar bilgiye sahip değildim. Bizim nasıl üvey kuzen olduğumuzu, dedemin evli olduğu öbür kadının kim olduğunu hiç bilmiyordum. Ne yalan söyleyeyim, sırdaşım, bugün hiç bunları öğrenecek havamda değildim. Dün geceki kasvetin ardından hafif, eğlenceli bir gün geçirmek istiyordum yalnızca. İşime geldi anlayacağın.


“Ben kapaktaki adamın silüetini detaylandırırken boyadığım perdenin gölgelerini keskinleştirmeni isteyeceğim şimdi senden Büşracığım, eğer sana sorun olmayacaksa.”

“Sorun olur deme gibi bir opsiyonum varsa kullanmak isterim.”

“Maalesef yok…” Tuvalin yanında duran temiz fırçayı bana doğru uzatmıştı. “Yapacağın iş çok basit, hafif belirginleştirdiğim gölgeleri siyah boyayla biraz daha belirginleştirmeni istiyorum.”


Ceyhun’un neyden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu, sırdaşım, onun da daha fazla açıklamaya niyeti yok gibiydi. Uzaktan bir göz olarak baktığımda perdenin gölgelerini biraz seçebiliyordum ancak berbat etmeden bunları nasıl belirginleştireceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Fırçamı siyah boyaya batırdıktan sonra ürkekçe gölgelerin üzerinde gezdirmeye başladım. Ceyhun’un bana karşı yersiz bir güveni vardı zira ne yaptığıma hiç ama hiç bakmıyordu. Çok mantıksız, biliyorum defterim, ancak müthiş gerilmiştim. Ceyhun’un emeğini mahvetmekten korkuyordum.


Nitekim korktuğum başıma geldi.

“Ah, Büşra! Yanlış yeri boyuyorsun!”

Adımı seslendiğinde stresle geri çekilmiştim. “Ne!”

“Perdenin gölgelerini değil perdenin kendisini boyamışsın. Şu an, sayende, kocaman nur topu gibi bir siyah kütle var elimizde!”

“Ay, ciddi misin!”


Elimde fırçayla öylece kalakalmıştım, defterim, dehşete düşmüş bir şekilde Ceyhun’un gözlerine baktım. Yüzünde bir tutam hayal kırıklığı olsa da genel olarak ifadesizdi. Neden sonra göz göze gelince dayanamayıp gülüverdi.


“Bakma öyle yahu, altı üstü bir tuval. Üzülme bu kadar.”

Üzülme bu kadar, derken kendisinin üzüldüğü aşikârdı, mahvolmuştum. Çocukcağızın emeğini heba etmiştim ve kendimi müthiş suçlu hissediyordum. İçimdeki savunma mekanizması sağ olsun, ilk tepkim olanlardan dolayı Ceyhun’u suçlamak olmuştu. “Hep senin suçun, hiç kızma bana. Nereyi nasıl gölgelendireceğimi söylemedin, beni hiç yönlendirmedin. Hem sana demedim mi ben resimde berbatım diye, neden elime fırça veriyorsun sanki!”


Ceyhun’un yüzündeki kırgın gülümseyiş yerini yorgun bir kahkahaya bırakmıştı. Kolunu omzumdan atıp beni kendisine doğru çekti. Böyle bir hamle beklemiyordum, hazırlıksız yakalanmıştım. Kalbimin atışını hissedebiliyordum, göğsümden boynuma yayılan bir sıcaklık kapladı bütün vücudumu. İlk defa Ceyhun’a bu kadar yakındım.


“Sorun değil Büşra, tamam üzülme. Haklısın, benim hatamdı sana nasıl yapacağını anlatmamak.”


Ceyhun’un kalp atışını hissedebilecek kadar göğsüne yakındım, defterim, elim ayağım birbirine dolanmıştı. O vaziyetteyken tuval de resim de hiç umurumda değildi inan, sadece Ceyhun’un sıcaklığını ve kokusunu hissediyordum. Ah, defterim, nasıl anlatılır hiç bilmiyorum. Teninin kokusu üzerinde çok hafif, muhtemelen dünden kalma bir mandalinalı parfüm kokusu vardı. Her nefes aldığımda başım dönüyordu adeta, zangır zangır titremeye başladığımı hissettim. Kısacık, alelade bir sarılmanın beni bu hâle sokması hiç normal değildi.


Ceyhun kolunu omuzumdan çektikten sonra içimdeki duygu patlaması yüzünden ne yapacağımı şaşırmıştım, yaptığım ilk şey dayanamayıp büyük bir kahkaha patlatmak olmuştu. Bedenim bu kadar duyguya alışkın değildi, bir şekilde boşaltmam gerekiyordu. Öforik bir ruh hâli bedenimi ele geçirirken Ceyhun’un ela gözlerine baktım, o da gülüyordu. Benim birden böyle dengesizleşmemi yadırgamış olacak ki anlamlandırmak istercesine suratıma bakıyordu.


“Aman!” deyiverdim, sondaki a harfini uzatarak. “Benim gibi berbat edecek bir salak olmadan bir daha çizersin artık, ne yapalım!”


Fırça, titreyen parmaklarımın arasında duruyordu hâlâ. Birden, nedenini asla bilmiyorum, cümleme noktayı koymamla Ceyhun’un ben resmi berbat etmeden önce uğraştığı silüetin üzerine koca bir çizgi attım. “Yapmışken tam yapalım bari.”

“Ah, ne yaptın be kızım? Çok güzel olmuştu, yeniden çizerken yardım alacaktım bundan!”


Hayal kırıklığı, şaşkınlık ve kızgınlık doluydu sesi, şok olmuştu. İyice yerin dibine batmıştım, defterim, çocuk bana temas etmeye görsün devrelerim hemen nasıl da yanmıştı böyle. Ellerim yeniden titremeye başlarken yalvaran gözlerle Ceyhun’a baktım. Ne yaptığım hakkında benim de en ufak bir fikrim yoktu.


“Bırak Allah aşkına, bakma şöyle. Tam bir zırdelisin.” Küçük çocuğuyla ilgilenen ebeveyn edası vardı suratında, bana içten içe sinirlendiğini fark ediyordum ancak asla ama asla sitem etmiyordu. Küçük şımarık çocuğuna tolerans göstermeye çalışan bir ebeveyn gibiydi sahiden. Ama bu kadar sabır da bir yere kadardı tabii ki; elindeki fırçayla burnumun üzerine minik bir çizik attı, ödeşmek istercesine. “Hak ettin bunu!”

“Ben senin yüzüne mi boya sürdüm be manyak!” Fırçayı şövalenin önüne bıraktıktan sonra parmaklarımı farklı boyalara batırdım… “Görürsün sen!”


…ve boyalı parmaklarımı Ceyhun’un yüzüne sürüverdim.


“Hanımefendi, fazla kaşınıyorsunuz, zararlı çıkarsınız.”

“Yok ya, çok korktum!”


Benim gibi fırçasını bir kenara bırakıp ellerini boyaya batırdı Ceyhun. Kaçmak için sandalyeden kalkmaya yeltenirken yanağım mor boyayla buluştu. “Sana mor çok yakışıyor pek sevgili kuzenim.”


Fitili ateşleyen bu olmuştu, defterim, bundan sonra olanlar oldu! İşlerin bu raddeye gelmesini hiç beklemezdim, Ceyhun’un mandalinalı parfümü sağ olsun, birden bir boya savaşının ortasında bulduk kendimizi! Koskoca bir tuvali heba etmemiş gibi bir de kim bilir ne kadar pahalı olan guaj boyaların hepsini birbirimizin üzerine boca ediverdik!


Adeta bir renk cümbüşüydü, canım defterim, bütün boyalar havada uçuşuyordu. Birimizin kolu sakat, ötekimizin bacağı sakat olduğu için ne doğru düzgün hedef alabiliyor ne de boyalardan kaçabiliyorduk; inan çok komikti! Saçlarım, ellerim, boynum, yüzümün her yanı boya içerisindeydi, Ceyhun’un da benden farkı yoktu. Bir ara durduk ve birbirimize baktık, o kadar komik ve iğrenç duruyorduk ki...


"Bence barış imzalayalım." dedi Ceyhun, ellerini suçlu gibi havaya kaldırarak.

Bu hâli beni gülümsetmişti. "Tamam," dedim. "özür dilerim."

"Ben de özür dilerim."


Ardından omuzlarımdan tutup beni geriye çevirdi. Duvarda boydan bir ayna asılıydı ve aynanın yansımasından kendimi görebiliyordum. Ancak bu gördüğüm yansıma kesinlikle ben olamazdım, üstüm başım batmıştı. Hayatımın hiçbir döneminde böyle bir saçmalık yaşayacağımı düşünmezdim, hele ki yirmi altı yaşında koskoca kadın olduktan sonra! Yine de müthiş eğlendiğimi inkâr edemem.


“Bana bir pijama borçlusun Ceyhun Kılıç!”

“Sen de bana, Büşra Mutlu!”

"Şu üstümün başımın hâline bak, hemen gidip duş almalıyım. Duştan sonra ise seni mahvedeceğim beyefendi, haberin olsun!"

“Tabii, aynen!”


Bir an önce temizlenmek adına odadan kaçarcasına çıktım. Üzerimden damlayan boyaları bir yere bulaştırırsam Yıldız abla beni öldürürdü. Bu yüzden hızlıca lavaboya koştum ve kıyafetlerimi çıkarıp elimi yüzümü yıkadım. Şimdi ise üzerimde bir bornoz, seninle baş başayım. Birazdan da duş almaya gideceğim ancak dediğim gibi önce bu güzel günü seninle paylaşmak istedim.


Ceyhun'a gittikçe bağlanıyorum, sırdaşım, bu beni çok korkutsa da engel olamıyorum. Çok iyi biri, tertemiz bir kalbi var. Bugün resmini iki kere mahvetmiş olmama rağmen büyük bir olgunlukla alttan aldı beni. Haklısın, olgunluk kıstasımın boya savaşı yapmak olması pek de mantıklı değil ancak anladın sen benim ne demek istediğimi. Bu zamana kadar hiç bu kadar düşünceli, anlayışlı, olgun, hoşgörülü biriyle tanışmamıştım; onun yanındayken kendim olabiliyormuşum gibi hissediyorum. Daha çok yeni tanışıyorken kendimi onun yanında evimdeymiş gibi hissetmem hiç normal değildi. Hayatımda ilk kez böyle bir şey yaşıyorum, defterim, duygularım karşısında müthiş çaresizim.


Ah, o mandalinalı parfümünün kokusu… Ben ayvayı yemişim be defter! Bugün Ceyhun'la dinlediğimiz Arctic Monkeys şarkısında da dediği gibi:

Am I in trouble again, aren’t I? I thought as much.

(Yine belanın içindeyim, değil mi? Ben de öyle düşünmüştüm.)


İyi geceler defterim!