Steven yatağından kalkıp çiçeklerle dolu bahçeye indi. Çiçekleri ve bahçeleri çok severdi. Yere sakince bir örtü serdi ve aynı sakinlikte oturdu. Yanına gelen sarı saçlı kızı daha önce görmediğine yemin edebilirdi. Ama bunun bir faydası yoktu. Kızın üstünde sarı renkli, siyah çizgili desenleri olan, dizinin tam altına gelen bir elbise vardı. Kız yanına oturdu ve Steven'in gözlerine baktı. Steven çok heyecanlıydı, çünkü böylesine güzel bir kız hiç görmemişti.
Kız durgun gözlerle Steven'a bakmaya devam ederken o utancından sürekli gözlerini kaçırıyordu
— Burada ne yapıyorsun bayım?
— Bahçenin, çiçeklerin keyfini çıkarıyorum.
— Bayım burada ne yapıyorsun?
— Dedim ya, bahçenin ve çiçeklerin keyfini çıkarıyorum.
— Hayır bayım, burada bahçe yok, çiçekler de yok. Sadece biz varız.
Steven kızın ne demeye çalıştığını anlamıyordu. Ama bu şu an umurunda değildi. Böylesine bir kız onunla konuşuyordu. Anlamasa da olurdu.
— Evet burada bahçe benim ve içimde açan çiçek sizsiniz.
— Neden çiçek siz olmuyorsunuz?
— Çünkü ancak sizin kadar güzel birisi çiçek olabilir. Ben sizi izleyen, içimde büyüten bir bahçe olabilirim.
— Ama siz içinizde birçok çiçekler büyütebilirsiniz. Öyle değil mi bayım?
— Ama benim toprağım sadece size iyi gelir. Diğer çiçekler büyümez, hemen solarlar.
— Ama siz benden daha büyük olursunuz. Ve eğer bahçe olmazsa ben bir hiç olurum. Yani siz şunu mu demek istiyorsunuz: Ben olmazsam sen de yoksun.
Steven ne diyeceğini bilemedi. Ama öyle kastetmemişti.
— Sizi şu an daha iyi anlıyorum. Siz delirmiş olmalısınız.
Steven bu kelimeyi hatırladı ve kalbinde o kadar acı hissetti ki kendini öldürmek istedi. "Deli." Kendini öldüremezdi çünkü elleri bağlı bir şekilde yataktaydı. Yanında duran hasta bakıcıya baktı.
— Kız nereye gitti?
— Neden bahsediyorsun?
Neden bahsettiğini anlatsa bile herkesin deli dediği adamı kim ciddiye alırdı ki?
Steven'in gözünden bir damla yaş geldi.