Eski bir sokak. Kim bilir nelere tanıklık etmiş taştan evler. Sabah rüzgarının o ılık esintisi ile taşların üzerindeki gölgeleri dans eden mor begonviller. Bülbüller ne de güzel eşlik ediyordu danslarına, yeni bir günün başlangıcının haberini verir gibi. Restore edilmiş bu birkaç ev, geride kalan hayatların üzerine yeni hayatlar farklı bedenlerde. Peki ya o taşların tanıklık ettiği hüzünler, kahkahalar... onları da restore edebilir misiniz? Bu dar sokak gün ışığının yeni, berrak ve tertemiz olduğu sokak. Karşı kaldırımda bir gölge, yaklaştıkça gördüm. Kaldırım yol oluyordu o minik oğlan çocuğuna ve küçücük bisikletine. Gözleri güneşten kısılmış, olağan gücü ile çeviriyordu pedalları esmer çocuk. Sırtında bir bağlama, boyundan büyük bir bağlama. Sırtına değil de o kocaman yüreğine sığdırmıştı sanki bağlamanın notalarını. Yaşadığı hangi duyguya ses oluyordu bu bağlama? Değişik bir heyecan ve huzur kapladı içimi. Anlam veremediği bir de hüzün eşlik ediyordu sanki. Zihnimin bir köşesinde tozların arasında kalan portakal kokulu anı geldi aklıma. Çocukluğum ve evimizin önündeki emek kokan dokuma tezgahının olduğu loş odanın penceresindeki yeşil radyo. Hafif cızırtılı kasetten gelen bağlamanın sesi, dokuma tezgahının sesine karıştı o an zihnimde. İyi ki varsın kara gözlü çocuk, iyi ki gördüm seni bu sabah. Belki bir gün o dokumanın sesine, senin parmaklarından dökülen bağlama sesi eşlik eder.