Uyarı: Okuyacağınız öyküde tetikleyici unsurlar bulunmaktadır.



Salı, 06.15


Nefret ediyorum bu otobüslerin dakikliğinden! Yalnızca bir dakika erken gelse tekerlekleri mi patlardı? Yalvarırım, yalvarırım yalnızca bir dakika erken gelsin. Yalnızca bir dakika…

 

Çantamın içine sızmış sağ elimin parmak uçlarındaki metal şişenin soğukluğunu, sol cebimdeki telefonda açık olan yardım uygulamasının butonuna basılı duran baş parmağımın titreyişini, ağzımın içine yükselip de sanki dişlerimin arasında parçalanacakmış hissi veren yüreğimin panik dolu atışlarını, Allah’ıma göndermek için mücadele ettiğim ama iki kelimeyi bir araya getiremediğim dualarımı, her sabah küfrederek beklediğim otobüse şimdiki hasretimi ya da hâlâ tepemizde bitmemiş güneşe öfkemi…

Anlatabilir miyim? 

 

Önce on metre, sonra dokuz buçuk, sonra dokuz, sonra sekiz ve şimdi neredeyse bir metre ötemdeki o alçak nefes… Sol başparmağım telefonumun ekranını delecekmiş gibi basılı duruyor uygulamanın yardım butonunda. Şimdi çeksem parmağımı, şimdi ayaklansa emniyetin bir ekibi ve şimdi bir çığlık atsam…

Ne diyeceğim, ne diyecekler?

Alçağın biri dakikalardır peşimde! Sırf kadın olduğum için öğrenmek zorunda kaldıklarım var ve onlar sayesinde ben seziyorum, sezmekten de öte, biliyorum! Az sonra ensemde hissedeceğim nefesini ve siz gelene kadar benim canım çoktan yanmış olacaktı mı diyeceğim? 

 

Bana gülecekler, bana öfkelenecekler, onun sırtını sıvazlayacaklar, üzerime kimseye iftira atmamam gerektiğine dair nutuklar ve linçler yağdıracaklar, beni kadınlıkla suçlayacaklar. Kadınlığımın getirdiği deneyimlerle bir tacizciyi tespit edebileceklerini anlatamayacağım onlara. 

 

Kadınlık…

Suçlanmak…

Doğduğum topraklarda anlamca oldukça yakın sayılan iki kelime.

Bir saat fazla uyuyup evimin kadını olamadığım…

Eteğim, dizimin boyunu bir parmak aştığında orospu olduğum…

Anadolu’nun bağrında çocuk yaşımda okumak için yalvarıp da koca koynuna sürüklendiğim…

Ustaca şiirler, öyküler dizip de bilmem kimin karısı diye anıldığım…

Gecelerimi gündüzümü katıp canlar kurtardığımda da evimin hanımı olmaktan ötesinde sayılamadığım…

Gizliden gizliye üniversite kazanıp da şimdi sabahın altısında fabrikanın mutfağına yollandığım…

 

Sağ elimin başparmağı öylesine basılı duruyor ki ekrana, parmak ucum boğum boğum olmuş, titrerken bir ihbar gideceğinden korkuyorum. Kahretsin ki hâlâ bir çığlık duyurmaktan korkuyorum! Kahretsin ki tek korktuğum şey arkamdaki aşağılık yaratığın bana verebileceği zarar değil!

 

Az sonra önüm kesilebilir, az önce evim bir tacizci tarafından saptanmış olabilir, az sonra bedenimde iğrenç ellerin yakıcı ve delici münasebetiyle boğuşabilirim, az sonra öldürülebilirim. Birkaç gün sonra da çığlık atmadığım, bir uygulamadan destek almadığım, biber gazı kullanamadığım için suçlanabilirim. Peki çığlık atsam, polis çağırsam, biber gazı sıksam… Bana gülecekler, bana öfkelenecekler, onun sırtını sıv...

Kahretsin! Kısır döngü!

 

Belki de haklılar. Belki de hepsi benim paranoyam. Sabahın altısında, bomboş sokakta, bir metre kadar arkamda duran, adımları adımlarıma uyan, ben yavaşladıkça yavaşlayıp hızlandıkça hızlanan, rotası şaşırtıcı bir şekilde benim rotamla tıpatıp uyuşan bu adamın gayet masum amaçları vardır. 

 

Belki. Belki. 

 

Belki yaralar açılmaz bedenimde. Belki aylarca dilimin tutulmasına sebep olacak bir travma yaşamam. Belki bir taksi, bir yaya geçer hemen yanımdan. Belki biri balkona çıkar. Evet, evet! Belki köşedeki bej renkli binanın ikinci katında oturan tonton yaşlı teyze yine balkona çıkıp kuşların sesini dinler. Belki bana yine gülümser ve ben korku dolu bakışlarımla yardım isterim ondan. Belki gerek kalmaz hiçbirine, belki ben sırf kadın olduğum içindir tüm korkum. Evet, kadın olduğum için bu korkum. Kadın olduğum için ensemdeki bu nefes.

 

Hayır, suçlusu ben değilim! Ben kadın olduğum için değil tüm bunlar! Bu aşağılık nefesin doğduğu akciğerlerin yaşattığı beden var ya… Bu bedene hayat veren bir ruh da olmalı öyleyse. İşte tam bu yüzden! O ruhun kirinden! O ruhun beslendiği alçak desteklerden! O bedenin güç bulduğu tahliye edilmiş katil haberlerinden! 

 

Haberler, sosyal medya gündemleri, o buz mavisi kutucuğun üstünde yazan kadın isimleri, katillerin-tecavüzcülerin-tacizcilerin hak ettikleri cezaları almaları için yakarışlar…

Onun adı nedir ki? Yani şu, arkamdakinin… Orada onun da adı yazacak mı? “Yargılansın!” diye haykıracak mı kadınlar sokakta? Cenazemde tabutumu kadınlar omuzlayacaklar mı?

“Bir gün burada benim için de adalet aranmasından korkuyorum.” yazdığım tweetimi insanlar paylaşacak mı? “Ah kızım!” diyecek mi büyüklerim? Kız çocuğunu sokağa gönderirken içi titreyecek mi bir annenin? Bir kadının daha çalışması yasaklanacak mı? Anıtsayaç’a bir isim daha yazılacak mı?

 

Bir servis, yahu bir servis! Yalnızca bir servis rica etmiştim o pinti müdürden! Gülüp geçmişti bana. “Bak, bak! Tek bir iş gününde bile zamanında gelemeyen assolistimiz bir de özel şoför istiyor kendine!” demişti. Aptal adam. Bu muhitte yaşayan kaç kadın çalışan olduğunu, her birimizin de her sabah durağa kadar korka korka yürüdüğünü söylediğimde de abarttığımı söylemişti. Yeni neslin şımarıklığından, özellikle de kadınların böylesine ayrıcalıkları hak ettiklerini düşünmelerinden yakınmıştı. Anlatamadım. Canımıza ve beden bütünlüğümüze gelecek zarara olan korkumuzu, sokak lambalarından nasıl medet umduğumuzu, her pencere ve balkona bir insan sureti görürüz de güvende oluruz umuduyla nasıl baktığımızı, sımsıkı kavradığımız biber gazı şişesini kullanmaktan delicesine çekindiğimizi anlatamadım. İstifa da edemedim. Para lazım. 

 

Bir ses! Allah’ım, bir ses! Şükürler olsun sana, otobüsün sesi! Ölmeyeceğim, darp edilmeyeceğim, bedenime bir yabancı dokunmayacak, sosyal medyada adım yankılanmayacak, o pisliğin adını öğrenmeyeceğim!

 

Otobüse binip nefes nefese bakıyorum şoföre ve “Sonunda geldiniz!” diyorum. 

 

Göbekli ve kel otobüs şoförü tüm aksiliğiyle maskesini indirip “Eh ablacım, tam zamanında duraktayız işte.” diyor ve saati gösteriyor.

 

Salı, 06.16