Nürnberg’te Noel vaktiydi. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu, ben de demirin kızışmasını beklerken ocağın başında ısınıyordum. Çırağım, kapı eşiğinden bana seslendi: “Usta, her şeyi hazır ettim. Papaz seni bekliyor.” Kızgın demiri eldivenli elimle yakalayıp ayağa fırladım. “Aletleri aldın mı oğlum?” Çırak: “Hazır ettim Usta.” Kızgın demiri oğlana doğrultarak yanına vardım. “Eğer bu sefer de aletlerden birini unutmuş olursan seni şu kızgın demirle döverim. Anladın mı oğlum?” Çırak titreyerek başını aşağı yukarı salladı. “Beni takip et.” Çocuğu da peşime takıp sokağa çıktım.

 

Dışarıda papaz arabada oturmuş mahkûmla konuşuyor, tanrıya onu affetmesi için dua ediyordu. Mahkûm da at arabasının ortasına oturtulmuştu, elleri aracın kenarlarına bağlanmıştı, çıplak sırtına vuran kar taneleri altında tir tir titriyordu. Arabayı çeken atlar bir deri bir kemik kalmış kürek mahkumlarını anımsatıyordu. Arabanın arkasındaki aletlere baktım: çekiç, ip, bıçak, testere… Hepsi tastamamdı. Arabaya bindim, adamın arkasındaydım, sırtına kızgın demiri bastım. O acıyla bağırıp debelense de bizim oğlan ipleri iyi dolamıştı, yerinden oynayamadı. “Senden adam olacak gibi.” Çırağımın omuzlarındaki korku derin bir nefesle vücudundan ayrıldı, o da arabaya atladı. Arabacı meydana doğru sürmeye başladı, ben ve çırağım da yol boyunca adamın sırtını kızgın demirle dağladık.


Şehir meydanına ihtiyarın teklemesi yüzünden geciktik ve bunun hırsını da adamdan çıkarıyordum. Kendisi arabadan daha inmeden sırtı lime lime olmuştu bile. Meydan -her idamda olduğu gibi- lebalep doluydu. Halkın ettiği küfürler ve aşağılamalar arasından idamlığı çözüp zar zor alana çıkardım. Sonra tekerleğin üzerine mahkumu fırlattım ve tekerleğe bağladım. Sonra şansölyenin yolladığı bir memur, paltosuna sarınarak alana çıktı. Titrek ellerindeki fermanı çabucak okumaya başladı: “Ormanlarda haydutluk eden, halktan haraç toplayan, çetesiyle beraber Nürnberg’e çıkan yollarda pusu kurup tüccarların ve gezginlerin şahsi mallarını alıkoyan ve Nürnberg ekonomisine zarar veren, Nürnberg’in korucu birliklerine tuzak kurup onları şehit eden ve en sonunda da Nürnberg’in misafiri olmuş aristokratlara saldırırken yakalanan mahkûm Heinrich Hultz, şanlı dükümüz John Sigismund’un atadığı Yüksek Adalet Kurumu’nun emriyle tekerlekte idama mahkûm edilmiştir.” Fermanı katlayıp cebine koydu, bize dönüp “Ben çok üşüdüm beyler, eve dönüyorum. Gerisi sizin.” dedikten sonra faytonuna binip meydandan uzaklaştı.


Eğlenceyi kontrol etmek ben ve oğluma kalmıştı. İnsanlar işlerini bırakıp bizi izlemeye gelmişlerdi. Demirciler işlerini yarıda bırakıp gelmişlerdi, çekiçleri ellerindeydi. Babalar, çocukları gösteriyi daha rahat görsün diye onları omuzlarında taşıyorlardı. Kadınlar da kocalarının yanında bir yandan örgü örerken bir yandan beni izliyorlardı. Karın altında ben bu paltoyla üşüyorken onlar incecik kıyafetlerinin içinde titremiyorlardı bile.


Balyozu arabadan aldım, adamcağızın yanına geldim. Çekicimi aldım, adamın bacaklarını ve kollarını kırdım. Zavallının attığı çığlıklar güruhu daha da kudurtuyor ve coşturuyordu. Heriflerin küfürleri adamcağızın çığlıklarını bastırır oldu. Çocuklar, bu idam karşısında anneleri kadar sessiz değillerdi, tiz çığlık sesleriyle babalarını taklit ediyorlardı. Kollar ve bacaklar iyice ezildikten sonra adamın bağlı olduğu tekerleği çevirdim. Uzuvları bedeninden ayrılmıştı, var gücüyle atabildiği kadar çığlık attı, sonra kesildi. Hayır, o ölmedi. Onun gibi mahkumlar genellikle ormanlık alana dikildikten bir gün sonra ölüyordu. Paramparça olan adamı tekerlekten ayırmadan kağnıya bindirdik. Ormanlık alana götürüp tekerleği uzun bir çubuğa takıp diktik, leşini kargalara ve yılanlara bıraktım. Bu sırada bana yardım eden oğlumla eve, kardeşlerinin yanına döndük.

 

Hava hafiften kararmaya başlamıştı, hava kararmadan işimizi bitirip evde ayaklarımı uzatmak istiyordum. Kapıyı çaldığımızda ortanca kızım açtı, kucağındaki beş aylık kardeşini uyutmaya çalışıyordu. Evin erkeklerini selamladıktan sonra mutfağa döndü. Karım ocağın başında oturmuştu. “Ne yiyorum ben?” dedim ama bir karşılık gelmedi, öfkelenip yanına gittim, gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Benden yüzünü saklamak için diretiyordu. “Sana bir şey sordum, cevap vereceksin.” Karımın oturduğu sandalyeyi tutup kendime çevirdim, karşımda ağlayıp zayıf gözükmemek için yüzündeki her bir kas direniyordu. “Kızım yaptı, git.” Sonra yüzüme tükürdü. Saçından yakalayıp tokadı suratına patlatıp onu yere çaldım. Mutfağa girerken olanları izleyen oğlumu gördüm. “Ne aval aval bakıyorsun piç, git günlüğümü getir.” Oğlum günlüğümü getirdiğinde kızım çoktan yemeği önüme koymuştu. Kalemimi alıp günlüğe not düştüm: “1585 Noel sabahı, bu yılki 25. ve son idamımı gerçekleştirdim. Eşkıyalık yapan kayınbiraderim Heinrich Hultz'u ilk önce kızgın demirle dağladım, sonra da tekerlekte işkence edip ormanda ölüme terk ettim.”