şimdi biz adımlarımızı nereye atsak koyu bir gölgenin üstüne basmış olup,

hazır o gölgenin üstündeyken küçük bir sır vermek gerektiğini anlamışızdır

en büyük umursamazlıkların,

en mutsuz çocukluk anılarından sonra doğduğunu kimse bilmez

bunlar azdır, azınlıktadır

genç şairler, şiirleri ile öldürüyorlar ilahi olmayan çocukluk anılarını

bu kez bir mezar taşına dahi gerek duymadan.

kaç gece uykusuz,

düşmanlarını bir köşebaşında bekleyip,

''ömürlerimizi azalttınız'' sloganları ile,

''seneye de giyersiniz'' diye aldığınız o mutsuzluklarımızı,

kesici bir alet kullanmadan astık mutfak balkonlarına.

geceleri ışıksız bir kitap okuma alışkanlığı edindirdiniz.

edindirdiğiniz o alışkanlıklar ile,

kaç gün doğumunda gece bekçisi olup örümcek ağı saydırttınız.

bir asma gibi büyüttüğümüz o çocukluğu, görebilen görsün, duyabilen işitsin!

haykırış olduğunu düşünenler bir adım geri gitsin

topyekûn bir savaş bu!

en derin kuyulardan merdivenler inşa edip çıkarken gönül bahçesine,

çocukluktaki fikirlerimiz kundaklama bir yangına kurban gittiler

oysa zırhlı elbiselerle kuşatmak isterdim düşüncelerimi

ancak böyle yetiştirilirdi zor kış aylarında,

bir savaşın ortasında kalmış portakal ağaçları.

şimdi çocukluğumun süvari oyuncaklarına yönelik hasadın kıyım zamanı!

örselenmiş bir yalnızlığın Altay ve Azeri dili lehçesi,

ve Babil'in asma bahçesi, Sümela'nın şifresi

çözülmesi gereken bulmacalardan yeni yoksulluklar,

bilmecelerden ise yeni gettolar yaratmanın vakti

kafasında bulanık ayna vazifesi gören oyun arkadaşım nerede?

kalabalıklar korkutuyor taraça evlerden bakınca görmek istediğim çocukluğumu

oysa haziran ayının üçüncü gününde;

bir gece vakti, sarhoş ve gölgesiz

çocukluğumu öldüren failleri aramak için iki yüz elli iki kilometrelik bir yol gitmiştim 

-çocukluğumun ''ömür yaraları'',

sizin ''gönül yaralarınıza'' denk olsun- derken bile

iki şiiri, beş evi, sekiz keçisi olan köyün koruyucusu

çocukluğumun ilk yazını görüp,

yediğimiz dayakları kibarca içkisinden aldığı yudum ile reddetmekteydi.

şimdi birlikte candan bir kan alıp;

-hangi kutsal kitap cezalandırmaz kendi cehenneminde,

yüzyılın yere düşüp kaldırılmayan yalnızlığını- diyerek

edebiyat kürsülerinden meydan okuyoruz,

çocukluktan gençliğe giden yoldaki zorluklarımıza.

 

şimdi tüm her şeyi bir kenara bırakıp,

-çocuk gözlü dünyayı sırtlayan boğayı getirip

çıkalım onunla tüm çocukluk anılarıma,

yolculuk esnasında uğrayalım bakkal İrfan'a da- diyerek

birkaç mum, bir iplik ve ekşi mayalı ekmek almayı unutmayıp,

geçelim oradan ayazmanın sularına diyoruz

ayinler mumsuz ve çocukluk gömleksiz olmaz.

lacivert yün kumaşı olan bir gömlek dikelim

ve ekşi mayalı ekmekten bir lokma alıp

dalalım düş'ümüze.

hoş geldin desinler bizlere, baltalamadan fikirlerimizi.

bugün de beraber oturalım sofraya.

bu sefer ezandan sonra eve girip,

akşam yemeğine geç kalmanın çaresiz bakışları olmasın gözlerimizde.

atılmasın dayaklar,

verilmesin tek ayak üzerinde durma emirleri.

demeyelim!

insanlığı gelirken yolda düşürdük herhalde diye.

nasibini insanlıktan alan bir çocuk,

annesinin gardırobunda saklıyor öfkesini

soğuk tavan, donuk kalem, kitapsız raflar var meramızda

ve bayram sabahlarında beton parmaklıklı bir pencere.

anlayın artık Memduh Bey!

ceplerimiz şeker yerine yokluk dolu

öyle bir yokluk ki harcaya harcaya bitiremediğimiz cinsten

şimdi tam da ezan vakti, günahlardan arınmak için tüm koşullar uygun.

tavanı cetvelle sabitleyip, 

babamdan yediğim dayakların intikamını almak için vurduğum sineklerden,

tanrı'ya kollarımı açıp af diliyorum

sonra babama dönüp,

atılan her tokat, vurduğum sineklerden cehennemde daha çok canını yakacak diyorum

Yüce Tanrı'm! Artık büyüt beni.

 bu konunun sırası şimdi değil deme.

pergel ile ölçmek zorunda kalmayayım gitmek istediğim Alice harikalar diyarının uzaklığını

hem Memduh Beylere de yazık olacak

her sabah göğsümü parçalayan çocukluk anılarımın tanığı olarak çıkacak hakim karşısına.

şimdi hüzün mevsimi değil deme Yüce Tanrı'm

iklimimiz bir günah daha yazmaya elverişli olmayan çorak arazi

deli çocukluk, feryat figan bir şiir, ışıksız şehir !

bombardımanlar duyuluyor çocukluk uykularımızda

bir tarafta Firavun işkencelerine güvenli barikatlar kurarken,

bir tarafta öldürüyoruz çocukluk düşlerini teker teker.


şimdi yirmi dört yaşının ılık ezgisi var içimde 

çocukluk toksisitesi geçirmiyoruz, büyüdük artık

eş zamanlı adımlarımız şarkılar ile Ağrı Dağının doruklarına ilerlemekte

dünyanın tasını tarağını da sırtladık heybemize

Turgut Uyar okusaydı bu şiiri, kızardı elbet

''düşünüyorum da biz büyüyerek çocukluk etmişiz'' diyerek...

''bugün dünden güzel, yarın bugünden daha güzel'' masalları ile büyütülen zor bir çocukluğa karşı,

önünde engebeli patika yolları olan bir gençliğin bilinmezliği

 yola çıkmaya her zaman değerdir.

ne yalan söyleyeyim iyi değildi çocukluğumuz,

biz,

sadece ve sadece olası bir çocukluk mimarisi yapısının içerisindeki gül bahçelerine inandırılmıştık.