BÖLÜM 2
Uyandığında, bir kelebek saman sarısı kanatlarını açmış vaziyette burnunun tam üzerinde duruyordu. Bu anın büyüsünü bozmamak için bir süre kıpırdamadı. Kelebeğin kendisini izlediğini hissedebiliyordu. Aynı şeyi kelebeğin de hissettiğini düşündü. Sanki her ikisi de hareketsiz bir biçimde durmuş birbirini izliyor gibiydi. Bu anda odanın içinde inanılmaz bir sessizlik hâkimdi. Bir sürelik bakışmadan sonra Rodolfo’nun zihninde kıpırdaşmalar oluşmaya başladı. Artık bu kelebekle yalnızca bakışmıyorlar, birbirlerine zihni yollarla bir şeyler anlatıyormuş gibiydiler. Ancak bu sessiz sohbetin tam orta yerinde kelebek aniden kanatlanıp uçtu ve Rodolfo’nun masasının üzerine kondu. Rodolfo da kalktı.
‘‘ Demek sen de çabucak sıkıldın benden. Darıldığımdan söylemiyorum, buna hakkın var. Ben bile benden sıkılmışken bir başkası neden çeksin beni? Üstelik vaktin de kısıtlı değil mi? Kim bilir şunun şurasında kaç saatin kaldı. Kim bilir, belki de dakikaların vardır. Ancak anlamadığım şey, bir günlük ömründe zamanını geçirmek için neden benim bu küf kokan odamı seçtin ki? Kanatların var, uçup dolaşmak varken neden benim gibi lanet edilesi bir adama ahbaplık ediyorsun? Sana teşekkür mü etsem yoksa senin adına üzülsem mi bilemedim. Neyse artık olan olmuş. Zamanın tadını çıkarmaya bak güzel kelebek. Her ne kadar tatsız olsa da…’’
Uykulu ve ağır adımlarla perdeleri açtı. Bunu yalnızca geceleri yapardı. Ardından musluğa kadar gidip bir bardak su içti. Dünden kalan bir parça ekmeği bakkala söylenerek yedikten sonra duvardaki takvime bakmaya başladı. Bugün ayın on üçüydü. Üç gün sonra evine bir postacı gelecek, yazdığı şiirleri ve küçük hikâyeleri alıp pek de mühim olmayan bir edebiyat dergisinin editörüne götürecekti. Rodolfo parasını yazarak kazanıyordu. Ancak ne derginin editörü ne de okuyucuların hiçbiri Rodolfo’yu tanımıyordu. Üstelik yazılarını da takma bir isimle yayınlatıyordu. Rodolfo’yu bu edebiyat trafiğinde tek tanıyan kişi ise her şeyden habersiz olan postacıydı. Çok kazanmıyordu bu işten. Gönderdiği yazılar yalnızca mutfak giderleri ve faturalarını karşılıyordu. Her ayın on altısında postacı geliyor, sıradaki yazıları alıyor ve bir önceki ay yazmış olduğu yazıların ücretini Rodolfo’ya veriyordu. Takvimi inceledikten sonra tekrar masasına oturdu. İki saat boyunca yalnızca yazmakla ilgilendi. İki saatin sonunda birkaç şiirini köşeye ayırdı, birkaçını attı ve yeni bir sayfayı masaya koyup dinlenmeye karar verdi. Bu esnada gözü masadaki kelebeğe takıldı. O da Rodolfo gibi iki saat boyunca yerinden ayrılmamıştı. ‘‘ Nereye kadar böyle gidecek? ’’ diye sordu kelebeğe. ‘‘Ben yılgın, sen benden yılgın, ötekilerden zaten haberimiz yok. Üstelik yalnızca susuyorsun. Madem bana ahbaplık edeceksin, o hâlde anlat. Ya da ne bileyim, bana ilham olacak birkaç şey göster.’’ Elini kelebe doğru uzattığı an kelebek tekrar kanatlanıp yatağın üzerine kondu. ‘‘ Hayır olmaz. Uyunacak vakit değil şimdi. Daha bir ton şey yazmam gerek. Yetişmez diye korkma, zaten başka ne işim var ki? Esas mesele ne biliyor musun kelebek? Bu ayın parasını biraz bol göndermeleri gerek. Sabah bakkalın çırağı geldi, hiçbir şey getirmemiş. Yani bu demek oluyor ki, postacı gelene kadar aç acına yazacağım. Ama önemli değil, zihnim doysun gerisi mühim değil. Öyle değil mi? Sen de bir şeyler söylesene yahu! Anca konduğun yerde öylece duruyorsun. Biliyor musun sana artık bana ahbaplık ettiğin teşekkür etmeyi düşünmüyorum. Sadece bütün ömrünü benim dertlerimi dinleyerek geçireceksin ona üzülüyorum. Neyse sen etrafı izlemeye devam et, benim yapacak çok işim var.’’
Tekrar yazmaya devam etti. O kadar yoğun bir şekilde yazdı ki artık kendini bunun bir parçası olarak değil, bir bütünü hâlinde hissetmeye başlamıştı. Zihninin en çok çalıştığı anda camdan gelen seslerle beraber tüm dikkati dağıldı. Sese doğru baktığında ise kelebeği gördü. Neredeyse saatlerdir odada varlığını bile hissettirmeyen kelebek çıldırmış gibi kendini cama vurup duruyordu. Son hızla cama doğru uçuyor, cama çarpıyor, bir süre yalpaladıktan sonra tekrar hız kazanıp bir daha cama hücum ediyordu. En baştaki hareketsizliğinden eser yoktu. Rodolfo pür dikkat onu izliyordu. Kelebek denedi, bir kez daha denedi, sonra tekrar, ardında bir daha. Onun bu ısrarcı ve pes etmez tavrını gören Rodolfo merhamete gelmiş olacak ki-hayır dışarı çıkması için camı açmadı-nasihat vermeye başladı.
‘‘ Demek sonunda gitmek istiyorsun. Ancak bu mümkün değil. Evet, uzak değil. Aradığın, özlediğin ve beklediğin her şey şu camın ardında seni bekliyor. Sana görünüyor ve seni çağırıyor. Aslında çok basit görünüyor değil mi? Şuncacık camı geçeceksin ve onlara kavuşacaksın. Bunu inan ben de denedim. Senin kadar, senin gibi, senden önce ben de denedim. Ancak hiçbir denememde tam anlamıyla başaramadım camın ardına geçebilmeyi. Güçlü müsün? Pes etmez misin? Her şeyin üstesinden geldin, bunun da mı üstesinden geleceksin? Faydasız. Bazen çözümü kolaymış gibi görünen problemlerin ardında problemin kendisine bile problem olabilecek düğümler mevcuttur. İşte bu oda bir problem ise o cam çözüm. Ancak camın ardı kelebeğim, esas düğümler orada başlıyor. O yüzden imkânsızı denemekle kendini tüketme.’’
Kelebek bu esnada tekrar tekrar kendini cama vuruyordu. Ancak Rodolfo’nun dediği gibi asla bir sonuç alamıyordu. Yine de deniyordu ve denemeye devam ediyordu. Artık hareketleri ağırlaştı. Cama ilk andaki gibi güçlü darbeler vuramıyordu. Dışarıdan bakıldığı vakit sadece cama dokunuyor, uzunca yalpalıyor ve aynı şekilde kendini tekrar ediyordu. Nitekim son denemesinde cama vurdu ancak sendeleyişini toparlayamadı. Bir ağaçtan düşen yaprak gibi ağır ve sade bir biçimde yere düşüp kaldı.
‘‘İşte bak, aynı sonuç. Bu neden geldi başımıza biliyor musun? Kendimizi farklı ve üstün sanışımızdır bunun sebebi. Bazen başkasının tecrübesinden yararlanmalısın. Bir şeyi biri yapamıyor ve senin de yapamayacağını söylüyorsa o an gereksiz bir cesaretle o şeyin üstüne gitmemek gerek. Bunu yapmaktansa durup düşünmek daha mantıklı bir hareket olur. Sen de en başından beni dinleseydin bu kadar hırpalanmazdın. Şimdi ne yapacaksın? Geri kalan ömrünü verdiğin savaşta yenilmiş olmanın burukluğuyla geçireceksin. Ah benim küçük kelebeğim, keşke istediğin şey mümkün olsaydı…’’
Kelebeğe sırtını döndü ve yazmaya devam etti. Yine yoğunlaştığı, bütün dikkatini yazmaya verdiği anda ayağına sürtünen bir şey dikkatini dağıttı. Sebebi yine kelebekti. Dermanı kalmamış bir vaziyette yerde sürünüyordu. Rodolfo onun minik adımlarını izlerken gülümseyerek ‘‘ Dinlen biraz, bu senin doğana aykırı’’ dedi. Kelebek kısa kısa da olsa yol kat ediyordu. ‘‘ Yine beni dinlemiyorsun, sonunda yine pişman olacaksın.’’ Kelebek ilerledi, ilerledi ve ilerledi. Bir müddet sonra durup Rodolfo’ya döndü. Ancak bu dönüş bir kelebeğe ait değildi. Bu dönüş sanki insana ait bir dönüştü. Eğer o konuşabilen bir kelebek olsa muhtemelen o an Rodolfo’ya okkalı bir küfür edecekti. Ancak yaptığı bu şey Rodolfo’da okkalı bir küfürden daha fazla etki bırakmıştı. Kanatlarını açtı, cama doğru uçtu ve cama vurmadan dönüp aynı yere kondu. Ardından sürünüp oda kapısının altındaki boşluktan geçerek Rodolfo’nun bakışları eşliğinde odayı terk etti.
İşte Rodolfo için bütün her şey bu anda başladı. Ömrünün geldiği bu noktada, yani zamanının en güncel anında, tanık olduğu bu manzara onu sarsılmaz bir kuvvetle bir şeyleri değiştirmeye zorlamaya başlamıştı. Bu düşünce zihninde taşkınlar oluşturuyordu. Artık başka çaresi de kalmamıştı. Düşünmeye, ertelemeye, vazgeçmeye yahut mantık zemininde olacakları ön görmeye vakti yoktu. Derince bir nefes çekip uzun süredir kullanmadığı hırkasını giyerek kapıyı açtı ve dünyanın içine doğru ilk adımını attı.