Geceydi.

Tenhaydı vakitler.

Ay kıvrılır,

süzülürdü saçların arasına.

İlkine bir parçasını bırakıp yarım varırdı girerken son dördüne.

Şehri bir pus kaplardı.

Herkes uyurdu.

Sessiz...

Sessiz...

Sessiz...

Işıklarını söndürdüğünde.

Gecedir saat yarıma varmak üzeredir her şey yerli yerinde sanki.

Herkes yerini almış.

Sokak köpekleri, gece bekçileri, içip içip sağa sola sataşan ayyaşlar, şehrin berduşları...

Dışlanan, itilip kakılan trans bireyler...

Az ötede sokağın başında pazarlığa giren hayat kadını.

Her şey o kadar yerli yerinde ki. Zamanla rutine biniyor. 'Rutine binen her şey sıradanlaşır' fikriyle savaşıyorum bu ara.

Yeni bir şeyler yapmalı oysa.

Sokağa çıkmalı belki.

Hapsolmak yerine köhne, duvarları baştan başa rutubetli odaya. Şehrin gürültüsüne kulak vermeli. Kalabalık sokaklar, seyyar satıcıların son avaz ve bir o kadar samimiyetsiz naraları, araba kornaları falan derken kalabalığın içinden biri oluyorsun adeta. Yalnızlığın abartıldığı kadar derin olmadığı ve bir kapı eşiği sığlığından ibaret olduğu düşüncesi belirirken kafanda, yüzündeki alaycı tebessüm o eski kilisenin artık paslanmaya yüz tutmuş çanının zıngırtısıyla tedirginliğe bırakıyor yerini. 'Bu şiire başladığımda nerde, şimdi neredeyim' telmihine pek de gerek yok açıkçası. Vaktinde bitirilmeli her şey.

Suyu çıkmış bir ilişki, çıkılmış bir yol, başlanan bir şiir belki...

Tam zamanında...