Uyarı: Okuyacağınız öyküde tetikleyici unsurlar bulunabilir.


Evden çıktığında ne düşünerek çıktığını bilmiyordu. Konuşulan konuşmalar, konuşan kişiler kimdi, ne söylemişti? Hepsi bu kadar tanıdıkken nasıl yabancılaşmıştı? Bir ürperti ile sırtından aşağıya inen teri hissetti. Kalbinin atış seslerini duyumsadı bir ara. Nefesi sakinken gözyaşları nasıl bu kadar hızlı inebiliyordu? Beyninden tek cümle geçiyordu: "Kimse seni sevemez!"


Son zamanlarda buna o kadar inanmıştı ki sorgulamayı yavaş yavaş bıraktı. Sahi ailesi bile ilk ondan vazgeçerdi, sevdiği adam neden geçmesin ki? Oysa hep sevdiği kadar sevileceğini düşünmüştü. O çok severse çok sevilirim zannetmişti. Ama olmadı. Yine birine kendini sevdiremedi, yine yalnızlık omuzlarına ağır bir yük gibi takıldı kaldı. Plak hep aynı yöne döndü, kaset başa sardı. Sevilmeyen, vazgeçilen hep o oldu. Bozulmasın diye uğraştığı kaç yıllık ilişkisi, herkese "Bakın! İşte bu adam kanıtı: Ben de sevilebiliyorum!" diyebilecekti. Sevildiğini herkese gösterebilecekti.


Yine olmadı. Kapı kapandıkça açtı, kilit vuruldukça zorladı, olacağına o kadar inanmıştı ki. Olmadıkça kendinden verdi, olmadıkça bahane üretti, olmadıkça çıkmaza girdi. Bu son çırpınışlarıydı, duymadı sevdiği. Sağır oldu kulakları. Yürümeye başladı, nereye ya da kime sorusunu sormadı. Sadece yürüdü. Anıları doldu aklına gülmeleri, ağlamaları. Birlikte kurduğu hayalleri. Çocuklarına buldukları isimler. Hepsi gözünün önüne geldi. Bu sefer sorguladı "Acaba?" dedi. Acaba ben mi abarttım. Ben mi sorun yarattım. Gerçekten her şey güzel miydi? Tek başına hissediyordu, çoğu şeyde aklı kalıyordu ama iyiydi. Kalbinin sızısı o kadar ağır değildi. Şimdi o sızı sadece kalbinde değildi. Tüm bedeni uyuşmuş gibiydi. Verdiği emekler gözünün önüne geldi. Bu ilişkiyi kurmak için harcadığı çaba. Hepsi yalan mı olacaktı şimdi? Her gün sesini duymaya alıştığı adam olmayacak mıydı? Ne yapardı? Nasıl yapardı? O yokken neler yapıyordu? Hayatında ne vardı? Nasıl hiçbir şey olmamış gibi devam edecekti hayatına? Hiç sevmemiş gibi kalbi yerinden hiç çıkmaya çalışmamış gibi. Güzel iki söze kalbini bıraktığını, göz rengini, kirpiklerinin tek tek ayrımını, sol kulağındaki doğum lekesini, elmacık kemiklerindeki çilleri, saçlarının yumuşaklığını, sakallarının avucunu huylandırmasını, üstüne sinen kokusunu, öptüğünde zamanı durduruşunu... Nasıl silecekti onca şeyi? Nasıl başlayacaktı tekrar? Kahvaltıyı çok sevişini, sessizce yemek yiyişini, çaysız yapamadığını, küçük bardağa bir büyüğüne iki kaşık şeker koyduğunu ama hep şekeri bırakmaktan bahsedişini... Çok terlediğini, kışları çok üşüdüğünü. En çok bordonun ve mavinin yakıştığını, sevmediği sarı rengin onda güzel duruşunu. Peki gülüşündeki o tınıyı? Hangi müzik aleti çalabilirdi onu ya da hangi müzisyen o tınıyı tutturabilirdi?


Zihnini boşaltmak istiyordu. İçinden söküp atmak değil o sadece zihnini boşaltmak istiyordu. Acı onu dinç tutuyordu ama düşündükçe kayboluyordu. Onun istediği kaybolmak değildi. O sadece düşünmemek istiyordu. Sakince yürüdü. Gözlerindeki gözyaşları onun silik ama bir dünya sığdırdığı makyajı oldu. Sakinlemişti biraz daha ama adımlarını durdurmadı. Bir an durdu. Nereye gidiyordu? Yollara baktı. Yollar onu nereye götürecekti? Unutması gerekiyordu. Düşüncelerinin suya karışıp yok olması gerekiyordu. Yokuş aşağı inmeye başladı. İnsanlar ona bakıp fısıldaşıyordu. Umursamadı. Yürümeye devam etti. Denizin o insanlardan kalan kederi ile yüz yüze geldi. Durur gibi oldu ama durmadı. Sakinliğini korudu. Sanki az kalmıştı. Son bir adım, bir adım daha...


Anlık bir ıslaklığın verdiği titreme ve sonrasında hissettiği o hissizlik. İstediği olmuştu. Beynindeki düşünceler birer birer siliniyordu. Gözlerini açtığında hiçbir şey göremedi. Sadece siyahlık hakimdi. Nefesleri düzensizleşmeye başladı. Azaldıkça azaldı. Yok olmaya meyletmiş vücudu gözden tamamen yok oldu. İşte şimdi yok olmuş gibi hissediyordu. Her şey bitmişti.


Sabah gazeteler ve büyük ihtimalle yerel televizyonlar bir kadının iskeleden atlayarak intihar ettiğini söyleyecekti. Adı ve soyadı büyük harflerle baş harfleri yazılacak şekilde kimliğini var edip sonra yok olacaktı. Tam da istediği gibi olacaktı. Bir gün ya da bir gece daha. Ertesi gün onun varlığını kimse duyumsamayacaktı. Aslında istediği gibi de oldu. Televizyonlar silik bir kamera görüntüsü eşliğinde onun haberini yaptılar bir gün sonra her şey yerli yerindeydi.


Cenazesini ailesinin hastaneden aldığı tabut ile beraber aile mezarlığına gömdüler. Geride annesinin sessiz çığlıkları ve intihar ettiği için affedilmesi üzerine döktüğü dualar yer alıyordu. Babası köşede sessiz sedasız duruyor, bir neden arıyordu. Bir neden. Sessizce yapılan psikolojik baskıyı yok saydılar. Sözlü şiddeti de öyle. Onlara daha somut nedenler lazımdı. Bir insanın kaybolması için somut nedenler... Evde belli ritüeller yapıldı; yedisi okundu, elli ikisi okundu. Sonra yıllara döndü. Arada bir hatırlandı. Herkesin karanlığa gömdüğü o anı parçası kimse tarafından sesli bir şekilde dile getirilmedi. Tam da istediği gibi olmuştu. Hiç doğmamış hiç var olmamış gibi bir kadın yok olmuştu.