İki gün önce, akşam, bir arkadaşla odamda oturmuş sohbet ediyorduk sağdan soldan. Konu mu oraya geldi, yoksa ben mi kendi kendime dertlendim bilmiyorum, bir ara bir türkü açtım ben. Şekip Şahadoğru’nun “Dert Bende Kaldı” bozlağıydı çalan. Bunu açtıktan sonra sırtımı verdiğim yastıktan sıyrılıp yere uzandım. Böyle yapınca daha mı iyi anlayacaktım türküyü? Belki de bakışlarımın omuz hizasından yer hizasına inmesi, dünyayla olan ilişkimi de değiştiriyordu. Nitekim yere uzanınca koltukların altındaki astar kumaşını, yerdeki toz zerreciklerini, belki de geçen aydan kalan silgi parçacıklarını görünce sanki bir başka yerdeymişim gibi hissetmeye başlamıştım. Evet, gözlerimi odada gezdirince her şey çok farklı görünmeye başlamıştı ama yine de bir şeyler fazla gibiydi. Bu sefer kalkıp lambayı söndürdüm. Hah, aradığım işte buymuş. 


Işık kapanınca önce zifiri bir karanlık kapladı ortalığı. Sonra gözlerim yavaşça karanlığa alışmaya başladı. Işığı kapattığım ilk anda sadece sesler vardı. Sonra eşyalar renklerini kaybetmiş bir şekilde yeniden belirmeye başladılar. Şekip dayıyı artık daha iyi duymaya başlamıştım. Güya bozlağa eşlik etme niyetindeki beynimin kararsız emirleriyle ağzımdan sızan kesik kelimeler ve arkadaşımın sanki bir rüyanın içinden seslenirmiş gibi anlattıkları. Ses, sanki elle tutulacakmış gibi yoğundu artık. 


Bozlak, en derin haliyle devam ediyordu. Sırtüstü uzandım yere ve gözlerimi yeniden odada gezdirmeye başladım. Eşyalar yerli yerindeydi ama renkleri silinmişti. Arkadaşım da artık siyah beyaz bir candı. “Hayat böyle olsa daha mı güzel olurdu?” diye düşünmeye başladım. “Körler için mesela, siyah ya da beyaz olmanın, mavi gözlü, sarı saçlı olmanın bir kıymeti yoktur. Bu, güzel dediğimiz şeyin de tanımını değiştirmiyor muydu? Belki de güzelin tanımı, sadece ses ile bir anlam kazanıyordu bu aşamada. Bir şeye güzel deyince ötekine de çirkin demiş mi oluyorduk ve dünyaya dair bildiklerimiz arttıkça güzeli değil de çirkinliği mi artırmış oluyorduk?” Sorular zihnimde dönüp dururken eşyalara bakmaya başladım. Koltuğun üzerindeki küçük sökükler ile geçen gün halıya döktüğüm çayın lekesi görünmüyordu mesela. Sanki bu halleriyle daha bir güzeldiler. Renkler ve detaylar silinmiş de yerini “güzellik” doldurmuştu sanki. Gözümü kapattım. Arkadaşım bir sesti artık ve söylediklerini çok iyi anlıyordum… Kim bilir, belki de amaç güzelliğe ulaştıktan sonra onu aşmaktı… 


Bozlak bitti. Gözlerimi açtım. Ama ışığı açmak hiç gelmiyordu içimden. Şekip dayı, bunları bana sen mi düşündürdün? Yaşıyor olsaydın da bir soraydım sana.



5 Mayıs 2022 

Manisa