"Kitabı hayatla, hayatı kitapla sınıyorum."

Sverdlov

 

Okumak, bir garip serüven. Her insan bir dünya ise kitaplar o dünyanın en rafine halleridir sanırım. Çünkü günlerce, haftalarca okur, düşünür, duygulanır da insan, bir yerde yazmaya mecbur olur. Kitap, en güzel bir doğum gibidir. Onca düşüncemiz, duygularımız, uykusuz gecelerimiz kucağımızdadır artık… Ve o kitaplar büyür, gelişir, dünyayı dolaşmaya başlar. Kimileri de bana, kapıma kadar gelirler. Bilirim, kimi keyif için okur ve kitaplar için “çok lezzetli, nefis” gibi betimleri kullanır rahatlıkla. Kimi de işi için ve işinin gerektirdiği kadarını okur. Ama benim için okumak, yazarının uykusuz gecelerine tanıklık içindir. Üç maymunun aksine; “gördüm, duydum, biliyorum” diyebilmek ve sonra anlatmak; halden bilene, dert dinleyene…

 

Okuruz, çünkü biliriz ki tek bir ömür yetmez hayatın sırrına ermeye. Neden varız, neden yaşıyoruz, neden bir başkası değil de bu kişiyiz… Ve sorular, sorular, sorular. Binlerce ömür, binlerce düşünce, binlerce duygu birikir, birikir ve kitaplaşır. Bir hevesle sarılırız onlara; acaba cevap bulabilecek miyiz o amansız sorulara? Kimilerini anlarız ve kimilerini de daha iyi anlarız okudukça. Ancak her okuma serüveni, onlarca yeni soru bırakır kucağımıza. Hani kekre tat derler; acı ve tatlının buruk bir bileşimi. İşte böyle bir tat kalır bünyemizde. 

 

Hayata dair sorularımız sadece varoluşumuza ait değildir elbette. Kimilerinin gülüp geçeceği, kimilerinin “o da bir şey mi” deyip burun kıvıracağı, kimilerinin saçma ve hatta aptalca bulacağı onca şey gelip yerleşir ki insanın içine… İçimde kıvrılıp duran bir soru misalen: “Yabanın yazısında, bir tarlanın ortasındaki o tek ağaç, acaba hiç yalnızlık hisseder mi?” Yirmi yıla yakın Anadolu’yu bir baştan bir başa her geçişimde defalarca denk geldiğim o ağaçlar. Issızlığın ortasında öylece dururlar. Kışın karın, soğuğun; yazın yakıcı güneşin altında susuz, bir başlarına… Tarlalara ekinler ekilir ve bir de biçilirken azalıyordur belki yalnızlıkları. Özellikle yazın, gölgesinde açlığını yatıştıranlar ve dallarında salıncaklarla belki diniyordur sızıları… Yanlarından çekip gidince “Yanında hiç olmazsa bir arkadaşı olsa daha bir çekilir olurdu herhalde bu yaban yerler,” derim kendi kendime. 

 

Sonrasını biliyorsunuz işte; okurum. Cevap; yok elbette. Ama yine de benim gibi hissedenleri, benim gibi düşünenleri ve dahası, tüm bunları ifade edebilenleri buldukça az da olsa diner, o yakıcı soruların içimde bıraktığı boşluk… Hissettiklerim mutluluk değil; ondan öte şeylerdir. Evet kekredir, acıtır ama güzeldir. 

 

Bir ömür yetmiyor bazen, tek bir sorunun cevabını bulmaya. O yüzden okuyoruz. Bir soruya bir ömür verenlere aşk olsun.

 


Umut Ulaş ÇELİK

23 Nisan 2020, Perşembe

Gültepe