Mahallemizin tek bir çocuk parkı vardı. Çevresini saran çok uzun olmayan ağaçlarla ve ağaçların hemen yanlarına konulmuş banklarla bu küçük park, mahalle çocuklarının ve aynı zamanda da çocukları bir süre de olsa yaramazlığı kesen yetişkinlerin neşesiydi.
Ben de işten çıkmış ve evime doğru yürürken ufak bir sigara molası vermek için çocuklara en uzak olan banka oturmuştum. Cebimden çakmağımı çıkarmak için elimi cebime attığım sırada kulağıma gelen titrek sesle duraksamıştım.
"Peçete alır mısın ağabey?"
Sesin kaynağı altı, yedi yaşlarında bir erkek çocuğuydu. Hava sıcak olmasına rağmen üzerinde gri bir kazak ve bazı yerleri yamalanmış bir pantolon vardı. Elindeki plastik poşet peçete paketi doluydu. Büyük, kahverengi gözleriyle bana öyle bir bakıyordu ki oturduğum yerde rahatsız hissetmiştim.
"Peçete mi?"
"Evet ağabey."
"Ne kadar?"
"Ne verirsen."
Hâlâ cebimde duran elimle çakmağımı ve kâğıt paraların arasında bulduğum bozuk paraları çıkardım. Paraları çocuğa uzattığımda gözleri ışıldadı ve paraları aldı. Gülümseyip uzattığı peçete paketini aldığımda önümden geçerek yürümeye devam etti. Üç, dört adım sonra tekrar durup kafasını bana çevirdiğinde üzerimde yine aynı rahatsızlığı hissettim.
"Ağabey..."
Gözlerimi yüzüne çevirdiğimde tekrar konuşmaya başladı, "Ben biraz parkta oynasam, poşetime baksan?"
Dediği şeyle biraz şaşırdım. Şaşırdığım yüzümden de belli oluyordu anlaşılan ki çocuk çekinerek ekledi;
"Çalarlar belki, o yüzden."
İçimdeki rahatsızlık hissi git gide artarken çocuğa ne cevap vereceğimi düşündüm. Burada oturup bir poşet peçeteye bakıcılık mı edecektim? Kim bir poşet peçete çalmak isterdi ki?
Düşüncelerimden sıyrılıp tekrar çocuğa baktığımda salıncakta sallanan diğer çocukları izlediğini fark ettim. Ayaklarını sürekli hareket ettiriyordu, sanırım heyecanlanmıştı. Elimi diğer cebime atıp sigara paketini çıkarttım ve içinden bir tane alıp dudaklarımın arasına koyarken bir yandan da çocuğa bir onaylama işareti olarak kafamı salladım. Bir anda kocaman gülümseyip elindeki poşeti yanıma koydu ve koşarak parka doğru gitti.
Boş olan bir salıncağa binip ayakları yere tam ulaşmadığı için parmak uçlarından yardım alarak sallanmaya başladığında, ben de onu izlemeye başladım. Yüzündeki çekingenlik gitmiş, bir anda diğer oynayan çocuklar gibi neşeli bir hâle bürünmüştü. Sonra düşünmeye başladım, bu çocuğun neden parkta oynamasına engel olan bir poşet peçetesi vardı? Neden diğer çocuklardan farklı olarak bir poşet peçetenin çalınmasından korkması gerekiyordu ki? Diğer çocuklardan farkı neydi?
Yakmayı unuttuğum sigara dudaklarımın arasından düştüğünde duyduğum rahatsızlık hissinin bin kat daha arttığını fark ettim. Biraz daha düşününce bu hissin vicdanım olduğunu anladım. Anlaşılan insan, bazı şeyler hakkında ne kadar düşünürse o kadar rahatsız hissediyordu.
Çocuk koşarak yanıma geri döndüğünde yüzüme mutlulukla baktı ve "Sağ ol ağabey!" diyerek yanımdaki poşeti tekrar eline aldı. Çocuğun yüzüne bakamadığımı fark ettiğimde kafamı yere çevirdim ve yere düşmüş olan, yanmamış sigarama baktım.
Kafamı kaldırıp çocuğun uzaklaşmaya başladığını gördüğümde oturduğum banktan kalktım ve ona seslendim. Arkasına dönüp büyük gözleriyle bana baktığında, "Neden biraz daha oynamıyorsun?" diye sordum. Yüzü biraz düştü, elindeki poşeti kaldırdı ve titreyen sesiyle "Zamanım yok ki, bunları satmam lazım." dedi.
İçimdeki hissin daha da arttığını fark ederek aklımdan geçen soruyu sordum,
"O peçetelerin hepsi ne kadar eder?"
İbrahim
2020-07-18T15:05:53+03:00Okurken Hasan Hüseyin Korkmazgilin "öyle bir yerdeyim ki" şiirinin şu satırları aklıma geldi :
Dostum, dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe
Beyza Hatipoğlu
2020-06-16T23:16:20+03:00@esrik çok teşekkürler yorumunuz ve eleştiriniz için mutlaka dikkate alacağım :)
Esrik
2020-06-16T21:26:22+03:00''Üç, dört adım sonra tekrar durup kafasını bana çevirdiğinde üzerimde yine aynı rahatsızlığı hissettim.''
Öykünüzü severek okudum, özellikle bu cümle çok içten geldi. Emeğinize sağlık. Bunların yanında ufak bir detaydan bahsetmek istiyorum; -dığında / -dığı ekleri neredeyse her cümlede mevcut ve bu durum akıcılığı biraz baltalıyor. Belki bu durum üzerine biraz çalışılabilir, genel anlamda güzel bir öyküydü, teşekkürler.