Geçtiğimiz günlerde Sakarya’ya yolum düştü. Ondan bir ay önce İstanbul ve Tekirdağ’a. 

Yolculuk hali beni hep heyecanlandırır, aslında bu duygu kapılımı sadece ben de olmadığının da kanaatindeyim çünkü çoğu insanı, özellikle de gezme maksadıyla gidilen bir şehrin yolu bile heyecanlandırır fakat benim değinmek istediğim tam manasıyla bu hususlar değil. 

Yeni bir şehre ayak bastığım ilk andan itibaren kaldığım otel/evin hangi konumda kaldığını, hangi isimli caddenin neresinde olduğunu ince ince öğrenme çabasına girerim. Otelden başıboş çıkıp bilmeden yürüdüğüm yollar bana en güzel yollarmış gibi gelir, dar sokaklar dahi olsa oradaki yaşayan insanların rutinlerini izlemek bana muazzam bir keyif verir.

Bundan bir sene önce Erzincan’a gitmiştim, ilk kez bir doğu memleketine gitmemin 

heyecanının yanı sıra, orası aynı zamanda annemin memleketiydi. Şehrin havasını hiç solumadan kültürünü ve şivesini tam manasıyla kendime nüksettirmiştim. O nedenle kendimi sadece şehrin kaldırımlarında yabancı hissediyordum. Bir çay ocağının yanındaki Ulu Cami’de -hemen hemen her şehirde bu isimli bir cami vardır- cuma namazını kılmadan oradaki insanların ahvallerini hafızama not etmeyi de dikkat ediyorum. Oraya dair fotoğraf ve videolar çekiyorum. Unutabileceğim bir şey olması takdirde de telefonuma yazıyorum. Yeri geldiğinde insanlarla hususi muhabbet etmişliğim de oluyor. Geçenlerde Sakarya’da konakladığım yerden çıkıp çarşıya yürümek için niyetlendim, kaldırımda sağa sola bakınarak gezerken su almak için bir markete girdim, market sahibi candan ve Karadeniz şivesiyle konuşması dikkatimi çekti. Sanki 

Karadenizliliği belli olmuyormuşçasına "Nerelisin abi?’’ diye sordum, onun da cevabı tamda tahmin ettiğim gibi, "Trabzonlu’’ydu. Birkaç sohbetimizden sonra marketten çıkıp şehrin kalabalık olan yerlerine doğru yol aldım. Yoldan geçen dolmuşların hangi semt ve mahallelere gittiğini, hangi numaranın nereye hat çektiğini dikkatli bir şekilde okuyarak çarşıya geldim. Oradaki insanların taburelerine oturup işinin başında iken onları izlemeye daldım. Bilinmedik sokaklara girip nerede ne dükkânı varmış ve bu girdiğim caddenin adı neymiş diye bir şehirde iz bilmez halimde dolaşmak bu hayatta en büyük hobilerimden birisi. Bunu her gittiğim şehirde görmeye, öğrenmeye özen gösteririm. Sadece gezilecek yerlerin yanı sıra sadece yerlilerin girdiği, dışarıdan gelenlerin tercih etmediği yerlere girmek bana daha özel hissettiriyor ve o şehri daha detaylı bir şekilde tanımama yardımcı oluyor.


Uzun lafın kısası, gittiğim bir şehirde iz bilmez halimle dolaşmayı ve bunu bir fırsata çevirerek çevreyi, Anadolu’yu tanımayı çok seviyorum. İnsanların günlük aktiviteleri, dükkanların işleyişi, yoldan geçen başıboş köpeklerin yattığı yerleri hafızama kazıyarak notlar halinde yazmak bana o günleri tekrar canlandırıyor. Gezdiğim yerleri ve oraya dair öğrenebildiğim tüm şeyleri yazmak ve bunu birileriyle paylaşmak benim için paha biçilemez bir şey…