ne mi olur bir rüyaya uyanınca

ayıldıkça yavaş yavaş yapışır üzerine

sanırsın rüyalar

rüyadır işte sadece

sanırsın bir çocukluk mutlaka unutulur büyüdükçe

ne mi olur hayallerine

zaman’ın bir gün bak işte burada dediği

her seferinde üstüne tozlu bezler attığın

masaların köşelerinde gizlediğin insanların görmesinden korktuğun

asla saygı duyulmuyor duyulmayacak diye sustuğun sözlerine

o büyük ve derin anlamlı duygularına

ne mi olur sana sen büyüdükçe/ertelendikçe işte.

ertelenirsin bir ölüme.

ve sonunda yalnız ve soğuk unutulmuş bir isimle toprağı önce öper

sonra yüzyıllarca soluyarak onu

bin yıllarca ve çürürsün ve çürür kemiklerin de

hayallerin, rüyaların, sayılmamış sevilmemiş fikirlerinle.

ne mi oluyor sana şimdi

erteleniyorsun işte. 


i had a dream you know 

belki de çocuk sayılırken işte bu düşünce ilk belirdiğinde, öyle ani ve öyle gerçekti ki 

tanrıya sözlerim sanki hiçbir melek tarafından şaşkınlıkla karşılanmıyordu 

i had a dream to grow and expanse to the world with friends and lovers 

anladım ki artık 

tek tek kopuyor enstrümanın telleri 

akordu bozulan bir gökyüzü büyütmek eskitmesidir insanın ömrünü 

hem başka ne olabilir böyle kuru hayallerle yaşlanmanın adı 

aşık olmak bu kadar zor mu olmalıydı? 

çocuktum kaldıramadım yalan söylenmesini yüzüme 

oysa çocuklar saldırmazlar dünyanın neşesine 

love 

but no other drugs işte 

eskimek diyordum. 

bu kadar hızlı bu kadar kolay bükülmeseydi yüreğimin sınırları

hep içine içine dönmeseydi aklımın bıçakları 

aklımın bıçakları niye hep beni kesti bunca zaman? 


kaybettim dostlarımı, aşık olmayı birine her şeyi unutarak. 

unutarak su içmeyi, hava durumunu check etmeyi 

kentkartta kaç lira kaldı 

kanser olur muyum diye düşünmeyi 

unutarak aşık olmayı unuttum işte.

fark etmeden hem de.

hiç fark etmeden. 

kaybettim dostlarımı

kimi yurdunu bıraktı benimle 

bu yabancı coğrafya 

bu bir dünya ihtilalindeki gibi öfkeli 

ve neşeli ve sabırlı 

hani o nazım’ın çilesi 

sessizce anlattığı yüreği yeryüzü insanların hapislerde, sınıflarda, kitaplarda

neyse işte bıraktı dostum öylece

yaşadık terk edilmenin kardeşçesini de böylece

kaybettim dostlarımı aniden 

usul usul yahut. 

hani o okul yollarında filozof sorularıyla tükettiğim zamanı 

hani beraber aynı acıyı aynı insanlarla çektiğim

yani tüm klişelerle işte 

bir çocukluğu eskittiğim dostları kaybettim. 

pişmanlıklarımız gururumuz olduk birbirimizin. 

sapladık bıçağı birbirimize 

kimimiz göstererek 

gizleyerek kimimiz. 


sonra aşk. 

’i fell in love so easily.’ 

insanların dini olur aslından başka 

hani öyle tapınıp durduğu -ama öyle başka bir dünya yeni bir hayat için değil- 

bir ritüel halinde sayıkladığı ruminasyon’u yani. 

bir kimlik bir dava bulur kendine insanlar

ben, bulmuştum, aşkı. 

sonra her şey bulutlu, yağmurlu, çalkantılı bir yolculuktu o kadar.

nasıldı nedendi 

kokulardan ve renklerden başka hiçbir şey hatırlanmayan bir event’ti sanki

öyle bir sarhoşluk haliyle geçirilmiş bir çocukluk işte. 

ergenliği çocukluktan ayırma sebebimiz, 

üst biliş aslında, insanın artık gerçek hayaller kurduğu, 

istediğini neden nasıl ne zaman için istediğini bildiği bir zaman

belki makineden insana geçiş 

belki insandan daha üst bir varlığa bilmiyorum.

 ama işte bu başlangıç

kutusudur tüm sonların kara.