Sahil bu gece de sessiz. Sonbahar olmasının büyük bir etkisi var. Üzerime umut gibi çiseleyen yağmur ve martıların huzursuz çığırışları… Sensizliğin üzerime kabus gibi çöktüğü dakikalardayız. Yaşamın hareketliliğinden uzaklaşıp da her sahil kıyısına gelişimde seni özlüyorum. Tüm bu yaşam kargaşası içerisinde seni özlemeyi unutmuyorum. Arabayı en yakındaki otelin kenarına çekip bir oda kiralıyorum, yanında da bir şişe şarap ve iki kadeh istiyorum. Asansör yerine merdivenleri kullanıyorum. 105 numaralı odanın kapısını aralayıp ufak adımlarla odayı tanıyorum. Boyası dökülmüş duvarlar, grimsi çarşafa bürünmüş dağınık yatak; terk edilmişliğimi yüzüme vuruyor sanki. Kumaşı yırtılmış kırmızı bir kanepeye oturup bu geceki yalnızlığımı paylaşmak için telefonumun kayıt tuşuna basıyorum.


Bu gece seni doya doya yaşamak istiyorum; gecenin en ıssız saatlerinde, hazır herkes uyurken, hazır fırsatını bulmuşken. Odaya gelirken şarap aldım, en sevdiğinden, iki kadeh istedim. Rehberimdeki tüm numaraları temizledim, seninki hariç; muhtemelen sabah uyanmayı hiç sevmediğin bir saatte seni arayıp buraya gelmeni isteyecekler. Ve muhtemelen konu hakkında telefonda bir bilgi vermeyecekler. Seni hissedemeyişimin üzerinden iki mevsim geçti. Lakin, bu gece her seferinden biraz daha fazla yoksun. Bu gece bu meseleyi, en azından kendi içimde, halletmeliyim. Beni affet.


Bazı adamlar bazı kadınlara hayat verirler. Bunu bazen sarılarak bazen öperek yaparlar. Bazı adamlar bazı kadınları öldürürler. Bunun için sadece göz göze gelmeleri yeterlidir üstelik. Boşluktayım. Kalmakla gitmek arasında. Önümde boylu boyunca uzanmış puslu bir yol. Senin boynun gibi uzun, seni sevmek kadar tehlikeli, saçların gibi karanlık…

Kaybeden bir kadının portresinden bahsedeceğim şimdi sana. Bu odaya girdiğinde direkt karşında bulacaksın bu portreyi. Hiçbir şeye sahip olamayan bir kadın, kendine bile. Sarhoş olduğumuzda hiçbir şeyi hatırlamazmışız, külliyen yalan. Öyle olsa nasıl anımsardım bunca yaşanmışlığı anbean? Ben ki sarhoşluğumu bile kaybetmişim siyah bir gökyüzünün altında. Babamı kaybetmişim. Sevdiğim adamları bir bir kaybetmişim; ilk aşkımı, ikincisini, üçüncüsünü. Aşık olma yeteneğimi bile kaybetmişim, kaybettiğimin farkında bile olmadan. Fark edilme yeteneğimi bile kaybetmişim. Her şeyi bir bir. Gökyüzünün mavisini bir haziran sabahı yitirmişim, hiç olmayacak bir mevsimde, hiç olmayacak bir saatin çarşamba gününde. Hüznümü almış gökyüzü, boyanmış griye böyle bir haziran sabahında. Bir daha da dönmemiş maviye. Lanetli bir bulut gibi taşımışım onu da gittiğim her yere. Nereye kaçsam, nereye saklansam, kime sığınsam peşimde. Tüm hüzünlerim ve tüm u/mutsuzluklarım böyle bir haziran sabahında başladı işte. Ben ki hüznün hiç yakışmadığı bir mevsimde en demli haliyle hüznü yaşamışım. Tanrı bana hüznü bahşetmiş, bunu tam 12 yaşımda yerleştirmiş kaburgamın en sığ yerlerine. Küçükken saklanıp da ağladığım kapı arkasında, üstelik annem için, şimdi sadece adını bildiğim bir adam için ağlamaya başlamışım suyla dolu bir küvetin içinde. İşte böyle dehşet verici bir tabloyla karşılaşacaksın günün ilk saatleriyle birlikte. Korkma, çünkü ben korkmuyorum. Sakinleşmen için şişenin dibinde senin için biraz şarap ayırdım. Şarabını yudumla. Korkma, çünkü ben korkmuyorum. Kalmak ve gitmek demiştim. Beni fark edebilmen için gitmem gerekiyor. Ve senden son isteğim, buraya geldiğinde bir kez olsun o cansız ve soğuk bedenime yaklaş, saçlarıma dokun usulca. Ve o yüzümdeki buruk bir gülümsemeye bürünen morarmış dudaklarıma bir...