A4 kağıdına çizilen amatörce, gölgelendirmesi bile olmayan bir çizimin ya da karalamanın -hangisini tercih edersen- içine neler gizlenir biliyor musun? Ben amatörce karaladığım bir kağıda dinlediğim şarkıyı gizliyorum mesela. Hayallerimi, geçmişimi, geleceğimi, hislerimi -sinirliyken çizerim ben en çok, o yüzden öfkemi- annemin bana olan sevgisizliğini, babasızlığımı, erkenden toprak olan beynim ve kalbimi... Şiirlerimi gizliyorum. Çok nadir olsa da aşk(lar)ımı.
Sonra birileri görüyor karalamalarımı ve "Ayy, bırak bu boş işleri. Yeteneksizsin işte, bir halta benzemiyor çizdiğin şeyler." diyorlar. Bilmiyorlar ki bir elli boyunda, seksen kilo bedenini kocaman dünyaya sığdıramayan bu kız, küçücük kağıda, güneş kadar devasa olduğunu düşündüğü uçsuz bucaksız bir hayatı sığdırıyor sıkış tepiş; yani, içindeki evreni. Benliğini nakşettiği bu kağıt sessizce göz kırparak "Söylemem ben kimseye. Gizlerim" diyor. Ona her baktığında sadece kendisi görebiliyor gerçeği. Yalnız ona konuşuyor kağıt. Ona gülümsüyor ya da hüzünlü hüzünlü bakıyor seni anlayabiliyorum dercesine. Bu yüzden, kızın gözünde kendi 'giz'ini açtıkça şaheserleşen bu karalama; başkasına çirkinleşiyor gizlemeye devam ettikçe sahibini. Kısacası, kocaman diye belirtmeye gerek bile yok. Bir kağıda, bir evren gizleniyor kendi ellerimden.