varlığını her arayışında

karanlık desenlerin içinde bulacaksın!

sanrılar soluklaşır

gökyüzü bir artıktan başka bir şey değildir!

enigmalar kararır, duvar biraz daha kıvranır

güneşin diğer yüzüdür işkence

ve gözyaşı akıtmak için yanaşır bulutlar

gecenin sakin gölgesine!

dudaklar senfoni kusar, yırtılır kulak!

dikilmek ister ruh, biraz daha soluklaşmak için!

yalvarır bir pislik gibi!

beni de dik, beni de!

acılarımı bütün olarak dik suratımın silik izine!

duyulur asırlardır büyütülen bir uğultu

asırlardır büyütülen bir uğultu duyulur

gece, uyku olmaktan çıkmıştır çoktan

ağzından kan parçacıkları damlayan bir ölümdür

kan rolüne girer bütüncül ışık!

düşer gözlerim, gözlerimden

yüzüm aynalardan düşer

erir yokluğum, sanrı gibi saran varlığıma

siyah kanlar, bulanık daireler halinde akar...

oyuk gökkuşakları çizilir mi?

-ki şairler ve ressamlar çizilemeyecek her şeyi çizmişlerdir çoktan

bir mavi kuş ölüdür dünden

çiçekler, adlarını seçmeden gömülürlermiş

dayatılmış bir acıyla! rengarenk...

yüzün neden bir yenilgiyi hatırlatır

neden birleşemez yüzünle yüzüm

ve bu ölü beden, şu yanık surat

kapının her gıcırtasında sesini arar!

sana demiştim

kargalar doğmadan evvel demiştim sana

geriye kalan her şey biraz küldür...

kan ağlayan tuvaletlerde yaşayan Çank'ı anımsıyorum

o beni çoktan unutmuştur...

epey önce Çank adında bir mavilik yaşar

tuvaletin üveyliğinde!

belki de yaraları piyanolarda gizli olan!

yalnız bir senfoninin maviliğinde

sızar bütün içkiler karanlığın ışığına

yerin dibinden süzülür uçurtmalar

silinir yaratık, kan ağlar bir daha

son mektuplar yırtılır

ölüm unutulur parşömenlerle!

karanlık son gözyaşını akıttığında

karanlık ilk gözyaşını akıtır

her şey karanlık olur yeniden

kin gibi akar sessizlik yılgın duvarlardan

ölür bir şair, unutur adını kargalar, şairin

ve bir şair ne kadar ölebilir?

insan ne kadar ölebilir ki?

bunu düşünmeyen, bilmeyen bir kitap kalır geriye!

yaşayan soluk bir kitap!

acının toz zerresi gibi çakılır yeryüzüne!

belki de hiçbir şey kalmaz!

kesik kafatasından düşünceler okunur mu hiç?

mumlar söner yeniden, soyunur siyahlığa abajur

seninle ben yürürüz, yalnız kalır şiir

kelimeler üvey olur, her şey biraz gridir!

bu biraz da yüzündeki yaradandır

söndürülemeyen ateşe bakar gözlerimdeki!

ölü saçların birikir, güneşler serer önüme

kin ağlar saç, yalnızlık bundan değildir

yol kararır kırılır, aşklar biter

istiridye kabuklarının içinde kin yoktur

yoktur yüzler, biraz yalnızlık vardır!

dirilir ölümler bir çiçek gölgesine

adını unutmuş, ağrısız bir varlığa tapar gibi

son çığlığını sızdırır gök!

korkusuzca, kimsesizce!

süssüz ölümler kazınır uzaklardan, dudaklardan

oysa hep gölgelerle büyütülür bir yaşam

ve hain ölüm!

yeni ölümler bulmak için yaşardık

yaşardık, avuçlarınsız, elbisensiz...

süssüz dalgalarda yas tutulur

gidişine çok boyutsuz!

inler biraz gece ve biz ağlarız

ağlar sonu olmayan aynalara

ve kuşanırdık ölümü

bunca solmuşluğa yakışmaz mıydı yaşamak?

hepimiz biraz ölüm kaldık...

bunca yitip gidişin senfonisinin rengiyle

bir gölge aradık, sığdırmak için varoluşu

ya da sızlatmak için bütün kanı!

ve sinsi kanını sızdırmak için ölümcül oksijenin!

harflerin sessizliği bir iğne ucu kadardı

hangi beyazlık acıtır deriyi?

her boşluk siyah, boşluk siyah, siyah...

dün aradı bütün izleri

senfoni kanlı bakınca göz kapaklarına

biraz uyudu karanlığa doğru

içindeki karanlıklara aldırmadan...

varlığını her arayışında

karanlık desenlerin içinde kaybolacaksın!