Sensiz de yürüyebiliyorum elbette evimin yolunu,
her seferinde daha kestirme patikalardan geçerek.
Sensiz de geçebiliyorum köprülerden
üstelik korkuluklarının rengine aldırmadan.
Sensiz de içebiliyorum sigarayı hem de en derinime nefesler alarak.
Sen yanımda olmadan da saat gece 10'dan sonraları alabiliyorum Ali Abimizden şişelerce birayı
zaten o da bıraktı artık bana seni sormayı,
ilk zamanlar, memleketine gitti, gelecek bir gün dedim,
sonra çok bekledim ama ne o sordu ne ben söyleyebildim ne zaman geleceğini.
Belki bir gün gelecektin ve ben hayatımın en anlamsız yalanını sürdürmek zorunda kaldığım iklimler görmeyecektim.
Hem belki Ali Abi de hatırlayacaktı böylece seni.
Hani defalarca anlattığın hikayeler vardı ya.
Hani bir sonraki repliğini içimden tekrarladığım anlatışların vardı ya.
Vardı işte bir şeyler ya.
Artık kimsenin bir sonraki cümlesini bilememek çok koyuyor insana.
Hani saatlere ve mevsimlere hiç bir mana yüklemediğimiz zamanlar vardı ya,
geceleri ve gündüzleri hatırlamak için takvim yapraklarına muhtaç olduğumuz o kayıtsızlıklarımız gibi.
Nobel tıp ödüllü hangi bilim insanı bulabilecek bizi bu kayıtsızlığa ulaştıracak kimyayı diye takip ediyorum haber bültenlerini,
ve dışından okuyorum duvarlara bütün alt yazılarımı.
......
Daha demin dalmışım biraz, bütün siyah beyaz filmlerin sahnelerinde kaybolmuş gibi.
Ne zaman batmışım ben bu kadar beyaza,
ne zaman yok olmuşum ben bu kadar siyahta.
Beyazlara damlatılan o ilk izdüşümünde kayıp mı olmuşum yoksa?
Biliyorum;
kaybolmuşum şarkılarımızın sonsuza uzayan nakaratında,
hiçbir şeye ve hiçbir yere varamadan daha.