Bir yan kanardı, benlik diye çıkılan yolu bile unutmuş, yazık

Gönlü dünya dağına değdi değince yiğidim ona tek yerin kaldığını sanardı


Bugün suçum batık gemilerin dilinde konuşan tenimde, ölümün cilvesine kanmayan iki erkekten anladım.

Boyumdan ipler geçmiş, bileklerim hazırlanmış, tüm kurşunlar teğet geçecekmiş gibi tüfekler kaldırılmış

Kollarım bağlanıp yürüyünce yaşım gerisin geriye sarmaya başladı. O an bana dediler ki "Henüz değil, hemen sonra."


Saçlarım tuzun tadını anımsatmak için girişti arasına dudaklarımın, fırışka esiyor gömleğimin deliklerinden, dengem bozulacak, bir anlığına terimi yalayınca aldığım keyfi düşünüyorum

Sağa bakıyor, sola bakıyor, beni delen gözlerle kapışıyor, yüzüme dikilen sivri uca çakımlar saçıyorum, ince bir sessizlik kaplıyor etrafı

İnce bir sessizlik kaplıyor etrafı, köpek balıklarının soluklarında, iki kulaçlık kalasın boyunduruğunda

Yürüyorum


Nasıldı dünya

Ben bir sudan çıkıp ötekine geçişin ne olduğunu anlamaya belki demin başlarken kaya yutan bu sonuncuya değmeden önce

Neredeydi

Yirmimin kanıtlarından ağaran saçlarıma gezinecek bir el

Var mıydı

Peki sorular ve sorgularım arasında, başı çekecek düşüncelerimden ışıldayan katlanmış yanıtlar

Neden

Soğuk bu hava, üşüyorum


Çok geçmiyor çocukluğumdan gelen suçsuzluk umudu ki çarpışım sert oluyor, hiç beklenmiyorum, yelkenler dolu, bacağımdan bir diş geçiyor

Dip mi gök mü gittiğim, sürüklenişim hangi yöne

Bu soluk ışık geliyor olmalı güneşten, başka ne ısıtabilir böyle borçsuzca yüzümü, muhakkak bir yardımdır sonumda gelen

İplerdir incelip kopuyor dizlerimden süzülüp, kaynayan suyun haşladığı pullar, yülgü dişler ciğerime çalıyor kof kokusuyla

Fırışkadan çıkıp orkana sarıyor deniz ve karşımda buluyorum ikiye bölünmüş omurgasına yapışmış kolları, iniltiler yükseliyor gemi battıkça

Her adımında onlar da kaynar suyla yandıkça eşiği geçip külden kara yokluğa karışınca

Düşüyorum


Ne olduğu belli değil, alnımın ortasına dikilmiş büyükçe bir göz görüyorum, içinde dalgalı halkalar, büyükçe bir yuvarlağı, kahverengiden sarıya çalan dikenleri var

Değince demir eriten, benimse omuzlarımı, elleri ilerliyor çekmeye antlı, darca bir mağarayı gösteriyor, bedenim geçidine atılıyor

Kendini asan küçücük çocuk, bayılmak için tokat atıyor yüzüne, ayakları geride. Bir kız ağlıyor, yüreği, sevdiği onu öldürdü diye kırık, üzerinde örs var

İnsanlar var her renkten ve odadan, niyetleri yarın biri bitsin diye düşmandan öte, çarpık. Sözler kısa kesiliyor, duygu kalmamış dünyanın bu evresinde

Düşünceler dile varmaz, el anlatmak için kalkmaz; buhranlardan beğenirken bu gördüğümü, kaçmak istedim duvarlardan

Tırmanınca bir dağın tepesine vardım. Yer gürledi, gök sallandı. Toprak birden yağmur gibi dağıldı


Ne olduğu belli değil, boynumda duyumsuyorum kenetlenmiş bir avuç, yanları kanımın avı peşinde, oyuğunda doldurmaya çalıştığı ben taşkınlığı

Kendimi salsam uyutacak, yanağım çarpsa hepsi değecek, tane tane saçları giriyor ter bezlerimden. Çatlağı büyükçe bir kayaya çevirince başımı, anlıyorum ve başlıyor yol, sürükleniyorum içine doğru

Kısa adımlar geçmiş her dağdan ve ovadan, sarsıntılar eriyip dağılmış yüzlerin kırışığına. Orada görüyorum ki aynı el var ve aynı göz izliyor beni

Çığlığım parmak hareketlerimin sınırlarını yalıyor. Ellerimden geliyor her şey, ellerim bastırıyor bu amansız depremi

Koşmalıyım bir kuşun kanat açıklığında, kendimi albatrosta bulup süzülüşüne katılmalı

Güneş batıyor kızılın altına, aklardan parıldıyor gecenin üstüne deniz. Ellerimle görüyor, ellerimle koşuyor, duyuyorum, ellerimle


Sanki temiz bir koku var bu tuzun sessizlik içinde akan zemherisinde, tek bir parçası çözünüp büyüyor şahitliğimin gölgesi çetin bir buz parçası edasındayken donukça

Aralarından süzülüyor anıları ona yakalananların, en çok ne gördüyse gösterdiğindendir. Buğulu çayırların uzandığı demir emmiş kan tarlalarından fışkırıyor ağıtlar

Beni görmeye başlıyor bu geçmişin parçaları. Korkuyorum göğsümü yarıp yüzleri güldüğünde, izlemekti istediğim, belki o bile değildi. Alacak mı her an şimdi o el beni sezince

Olmuyor, çöküyorum, göğsüm yüzümün önünde, bir kez daha, dehşet içinde


Yıldırım sağanaklarının aydınlığında esen rüzgar yalayınca ağaçların yapraklarından tozlarını zülüflerine biriktiren ak bir yüz görüyorum, çenesi boynundan ileri. Geleceği ayaklarının altına yakıştırıyorum

Beynimi bedeniyle sarmalamış, uykudan arta kalan bir sıcaklık konmuş içime. Görüyorum, ne denli yengin, ne denli ayrıntılarla bezeli diz kapakları

Dudaklarıma üflediği sözcüklere dalıyorum


Bugün oldum. Damarlarımdaki bıçkın esinim kendini bir tiğne bıraktı. Uyuyuşum ve uyanışım, her bir anım ve geleceğim ona yakındı

İçime eğilmiş bir fısıltı duydum, bu dünyaya doğarken çalındığım toprağın üstündeyim artık,

Görmüyorum sağ elime dönüşen martıdan başka

Duymuyorum sol elimin kimliği kargadan başka

Hissetmiyorum zihinlerimin yankısı bir duttan başka

Bilmiyorum ne benden ne de ondan başka

Sözlerin sabitliği hiç önemli değil, yok burada sonsuza örülü bir rakstan başka

Birlikte yandı yan ile an ve ayrı ayrı yanan her yan her an bir olmak istedi

Bu sessiz dönüşler ve çemberler, soldan sağa tarayan bilinçler görmeli ve durmak bilmeyen eğriler ve kabuklar parçalanmalı

Koskocaman bir cümbüş içinde, hareket eden kollar ve ipler ve renkler ve ışıklar, danslar ve adımlar ve çalgılar duymalı


Kendi kara bulutları arasında gezen iki kişi, bundan tam sekiz yıl önce bir çocuğun kendine yazdığı mektubu oldu

Kim olduğunu biliyordu, kullanacağı tüm sözcükleri. Her bir batışın, çıkışın kıyısında nelerin güldürdüğünü onu

Belli değil görünüşü, o zaman hiç görülmedi. Çıldan çıla dönüşlerde hep o kara bulutlar

Dört yüz uzuvsuz uzuvlu, başsız başlı, yürümeyen yürüyen melek gördü. Sallanan bir yatağın ardından saklanan örümcek, ağaçların arasından çıkıyor bol etekli cadı

"Kurtar" diye bağıran kişi o çocuk mu kim

Yoksa alaca karanlığın içinden çıkan bir silüet mi kim

Yoksa dönünce enseden kapıp parçalamaya başlayan sessiz bir yaratık mı kim

Ya da hiçbiri anlatamaz bunu ki, o el işte alıp götürecek, bir el işte el alıp, ne ederdi eylerde


Kayanın çatlağı kapandı, denizler yarıldıkları boşluğa aktı gerisin geri, oyuklar neredeyse döndü oraya, her şey birden oluruna ulaştı

Ateşin sahiplerinden gelen sesler bir kez daha ıssız vadilerin etrafında kol gezince uçuşan yapraklar nereye savrulduklarını bilircesine taklalar atarken bir tanesi bir püskülün ucuna yapıştı

Saklansın sonra tüm kumaşlar, kumaşların ardında kimse olmasın

Bir mantar bahçesinin tepesine konan, yaslandığın kumu boynuna tutan, ısırgan otlarında dirilişi bulan, sana sesleniyorlar. Duyuyor musun?

Aşağıya bakma, birilerine zarar vereceksin, dönmeyen levhaları öyle bırakmadıkça bir yere ulaşamayacak

Gelmesini bekledikçe tutanı seni, suyun ne olduğunu henüz bilmeden, ne yapabildiğini farksızca hissedeceksin

Madde küçüldü en sonuna dek, aralarında sana hep tanıdık gelen bir bilinmezlik, küçüklük ve sessizlik vardı

Sana verileceği söylenen, binlerin inandığı, senin inanmadığın patikanın fatihi sen olacaktın

Dişlerinden çakan ateşlerle girdin ilk denizinin içine

Yandın, yandın ve uzun uzadıya sürdü çığlığın