Daima bekleyeceğimi söylemiş miydim sana?
Yetmişime bastım tam şu an,
belki milyon.
Yazgımı soluyorum yaşam başkentinde.
Filtresiz düşünce fabrikaları,
kendime rastladığım mülahaza çıkmazı,
yedinci binanın altındaki kafe,
zamana itiraz kafesi.
Kök salmış kalbim, yanımda hışırtıyla
öncekiler gibi ekşimiş hali, sararan yüzeyiyle
sokulmuştu yanıma.
Beklentisi yaşam bulmak bedenimde.
Birkaç kelime, umursamazım her zamankinden:
"Bugün de mi Mars?
Bir gün de beni mutlu etsen ya."
Bilmeni isterim ki;
mecbur bıraktın dünyaya, yaşamaya.
İhtimallerin en beyazı, en alacalısı için
Ezberimde kalan onlarca sahne,
zihnimde her haliyle provası.
O an.
Evveli yaşamın denk getirdiği
ölesiye tesadüf.
Görmek istediğimi gösterdikçe o,
küller küllere değildi, küllerim de
varlığım da sanaydı.
Sonra senin gözüne portal açtım.
İş işten geçmiş.
Dudaklarından günlerce çıkmak bilmemiş.
Yükümlülüğü boğazı darlayan nefes kadar.
Uyandım ve ricada bulundun.
Parkinson edasıyla yatakta dans eden vücudum,
titremekten bizar olmuştu.
Çaresiz yaşımdan oluk oluk aktı dudaklarındaki sözler,
sessizce dağıldı çehremin çukurlarına.
Tahammülsüzlüğünü bende yaşadıkça
kendine yüklediğin o nefes,
beni bir yıl daha yaşlandırdı.
Lafları kulağımda melodi edindim:
"Mars, ahvalimden ötürü
zaman zaman sana katlanamamak
beni ziyadesiyle,
bitap,
düşürüyor."
Asırlar önce, yanlış Batılılaşmış
İstanbul beyefendisinin arşa çıktığı dönem,
ondandır bu mübalağa.
O ise çatışmanın arasında sıkışmış asi,
gülüşü bizatihi albeniyle süslenmiş
frapan bir madam.