Zaman geçerken iki şey saçmalamama sebep oluyor; kediler ve bıyığım. On iki tane kedim var, bir düzine çocuk. Doğurtsam doğurtabilir miydim bilmiyorum, almak daha masrafsız geldi. Çeşit çeşit türde kediler; kiminin ayağı kırık, kimi hep uyur, iki tanesi çok yaşlı. Kedilerimden birinin adı Safinaz, bu kedimi çok severim. Yaşlı tayfasına henüz katılmamış olsa da, eskidi o da. Çok yorgun, genelde koltuğumun çevresinde yatıyor olur. Bazen kucağıma alırım, diğerlerinin bizi umursamadığı zamanlar da, yoksa kıyamet kopar; hiç kimse hiç kimseyi sevmeme izin vermez, örneğin onlar mamalarını yerken Safinaz peşime düşer. O benim tabağımdan otlanmıştır, toktur. Uzun ve ince bir kedidir, çok yavaş adımlar atar, neredeyse bir kaplumbağa hızıyla yürür. Kediler ve ben onunla dışarı çıkmaktan nefret ederiz, çünkü bizi hep bekletir. Koltuğuma oturduğum gibi üstüme sıçrar, kucağıma kurulur. Biraz ürksem de fark edilmekten, bu gizli sevişme memnun eder beni. Tüylerini bastırarak okşarım, sinirli mi mutlu mu anlamadığım mırlamasını dinleriz. İkindi geçmektedir, uykumuz gelir. Kediler yemekten kalkar, Safinaz’ın bir kulağı dikleşir. Salona yaklaşan pati sesleriyle ayaklanır, kendi köşesine çekilir.
Bir de bıyığım var, yaklaşık sekiz santimetre uzunluğunda. Bu bıyığa ilk gençlik yıllarımdan beri dokunmadım. Sadece ayda yılda bir, aynanın karşısına geçtiğimde gözüme takılan birkaç zayıf teli cımbızla çekerim. Her hafta sonu tıraş olurum, bazen hafta içine sarkar, çünkü sakalım istemeyeceğim uzunluktadır. Ben sadece bıyığım dikkat çeksin isterim, yüzümdeki kıllar dudağımın üstünde olsun.
En yaşlının bir küçüğü, Hüseyin. Azrail’i eve sokmayan kedi. Geceleri asla uyumuyor, nöbet tutar gibi, bundan bir kazancı var gibi, odamın kapısının kenarında dikilir, saat başı ağlamaklı çığlıklar atar, herkesi uykusundan eder. Sonra kavga gürültü, bazı gençler oyun oynar. Ben alıştım artık, uyanmıyorum. Rüyamda seslerini duyuyorum, bıyığımı çekiyorlar, çorabımı ısırıyorlar. Azrail fragmanı izliyor.
Safinaz bu hengamede ortalıkta yok. İlk zamanlarında koynumda uyuturdum, sonra büyüdü, başka kediler katıldı aileye, odasını ayırdı. Salonda veya mutfakta uyuyor, salonsa koltuğumda, mutfaksa tost makinesinin yanına kıvrılır. Yazın mutfağı tercih eder. Ben altmışa varmak üzereyim, uzun yılları tek başıma aslan gibi devirdim. Genç gösteriyorum, yaşımı anlamaz pek kimse. Kedilerden olsa gerek, onlar kadar umarsız yaşadım. İşime gidip evime geldim, patron desen yüzümü bile tanımaz, kimseye bulaşmadım, beyaza ak demedim, yılana dokunmadım. Evimde bir sürü kedi vardı, Safinaz’ı sevdim kaçamak.
Hüseyin saçmalamama izin veriyor. Her gün yelkovan ne kadar ilerlediyse akrebi bir o kadar geri çeviriyor. Çocukluğuma yaklaştık, sonra geçeceğiz biliyorum, ama Hüseyin durmayacak. Kedilerim gecenin bir vakti karabasan gibi çöküyor üstüme, bıyığıma tırnaklarını geçirip çekiştiriyorlar. Bu canımı yaksa da, kaşlarımı çatmıyorum. Bebek kadar huzurlu sanıyor beni, eve gelen yabancı.
Uyandığımda yastığım, kaba ama güçsüz, sararmış kıllarımla dolmuş oluyor. Elimi dehşet içinde yüzüme götürüyorum. Tek bir tüy bile yok. Bembeyaz bir odadayım, kapıya Azrail’i nöbetçi diye dikmişler. Kedilerim ortalıkta yok, Safinaz’a sesleniyorum. Hüseyin’e çocukluğumun nasıl bir şey olduğunu sormak istiyorum. Yatağın üzerinde ayağa kalkıyorum. Azrail'e bağırıyorum, beni buradan götür diye yalvarıyorum ona. Azrail ağır çekimde bana dönüyor. Sırtında siyah bir pelerin var, bir elinde kanlı hançer. Bu benimki, biliyorum. Diğer elinde Safinaz var, koluna boylu boyunca uzanmış, memnun ve rahat görünüyor. Kafamı sağa sola sallıyorum. Sallandıkça saçlarım dökülüyor. Halsizce yatağa düşüyorum. Dizlerimi kafama kadar çekip ellerimle sıkıca kavrıyorum. Uyumak istiyorum. Yeniden saçmalamaktan korkuyorum.