Mutluluğun sırrını mı öğrenmek istiyorsun? O halde öğrenecek hiçbir şeye sahip değilsin azizim.


Mutluluk hiçbir şey düşünmemektir. Hani o kadar hiçbir şey olmalı ki, suratına çarpan hava, almak zorunda olduğun oksijen, düşünmek zorunda olduğun aile ve zorunda olmadığın ama zorunda hissettiğin aşk ve dostluk ilişkilerin olmamalı. Kendini bir karanlığın içinde ne uçuyor ne düşüyor gibi hissetmelisin. Hatta biliyor musun karanlık bile olmamalı, ve bu olmamaklığın yerine hiçbir şey getirilmemeli mutlu olabilmen için. Evet işte formül bu. Hiç var olmamalısın. Çünkü mutluluk denen, aslında hiç var olmayan insan zihninin ürettiği bir kavrama ihtiyaç duyuyor ve peşinden koşuyorsun. Anlık olarak hayatının belirli kısımlarında belirli aktiviteler yüzünden, hormonların coşuyor, bu yükselen azgınlığı mutluluk sanıyorsun. Bu mastürbasyonun sonunda, kaldığın yerden dünyaya tekrar bakıyorsun ve hala bir şeylerin hala aynı olduğunu düşünüyorsun. Problem de bu ya. Hala düşünebileceğin çok şey var. Bence insan var olduğunda, önünde iki yol oluyor. Sadece yaşamaya devam etmek ya da yaşamaya devam etmek fakat yaşadığın şeyleri anlamaya çalışmak. Yaşadığın şeyleri anlamaya çalışmadan sadece yaşamak, bize anlık olarak üzüntü, öfke ve "mutluluk" gibi duygu bütünlüklerine gereksinim hissettiriyor, nihayetinde bitiyor. Her şey geçmişte kalıyor, ayak izlerimiz siliniyor, dünde yaşayan x kişisi, bugünde yaşayan x kişisine dönüşüyor. Dünün yükleri hala sırtında olsa bile, yarın farklı bir x kişisi güne uyanıyor. Bu birbiri ile özdeşlik kurmaktan asla kaçınmayan bugün, dün ve yarın x kişisi bir gün nihayetinde yeni bir güne uyanamıyor ve her şey bitiyor. Hayat bu tarz insanlar için, market reyonunda satılmayı ve tüketilmeyi bekleyen ürünler gibi geçiyor. Pişmanlık, ilerleme, arzu etme, gibi insansı şeyleri az bile olsa hissediyorlar. Bilin bakalım ne zaman? Günün sonunda tabii. Anlamadan ve düşünmeden yaşanılan hayatlar bile nihayetinde hiçbir şey olmamakla dükkanı kapatıyorlar. Ve bu zararı karşılayacak geriye hiçbir şey kalmıyor. Oysa bu hayat o kadar güzel geliyor ki aksini yaşayan kimselere. Hiç düşünmemek, aldırış etmemek, üretmemek, söylenen neyse onu yapmak nihayetinde soğumak, erimek ve ölmek. Aslında bu hayat farkı tıpkı insanların "iyi" ve "kötü" kavramlarına benziyor. İnsanlar zamanın belirli kesitlerinde kendilerini bulup, hissettikleri için, tam olarak neyin iyi ve neyin kötü olduğunu bilemiyorlar. İşte bu hayatta bu yüzden insanlara iyi geliyor. Ancak nihayetinde bir kötülük seziyor insan, boşa geçirilen bir zaman yekparesi. Üç yüz sayfa karalanmış kağıtlar. Duvarlara dinletilmiş şarkılar. Hangi ölüden kalmış bilinmez, hikayeler. İsim yazmayan mezar taşları. İşte tüm bunlara benzer bir boşluk var nihayetinde. Bu işin kötü olmasının sebebi, dünya gibi bir belirsizlik kazanında, oyunun asıl amaç ve kuralı yaşamak ve ölmek değil, aramak ve bulamamak. Ama en azından yaklaşmak. Diğer yolu tercih etmiş kimseler, zihinlerinde binlerce karıncanın ısırdığı bir bedenin acısını, hayatın farkında oldukları her saniye çekerler. Bu acı ne diner ne zayıflar, gün geçtikçe insan, bu acıyı kucaklamaya bile kalkar. Ama dönüp bakıldığında, burada yanlış hiçbir şey yoktur. Eğer bir kaç bebeği bir odaya kapatıp yalnızca beslenmelerini sağlasaydık, belirli gelişimsel süreçlerin nihayetinde soracakları yegane soru, bu lanet olası odanın içinde neden varlıklarını sürdüklerine dair yüce bir anlam taşıyan soru olacaktır. Evet doğru ve doğal olan bu. Neden buradayız sayın dostlar? Bu soru öylesine yegane bir sorudur ki, inanılmaz büyük ve yüce bir sorudur ki, peşinden gittiğimiz yolda neler yapacağımıza biz bile şaşırırdık. Bu yüce soru o kadar kuvvetlidir ve herkesin içinde yaygındır ki, bu kuvvetli sancıyı uyuşturmak adına bilmem kaç bin tane din ürettik ve insanların buna inanmasını sağladık. Size kesin bir şey söyleyeyim, dinler olmasaydı dünya toplumu bu kadar gelişemezdi. Emin olun aklı başında ve düşünmeyi bilen herkes bu sancı ile kıvranırken, daha başka bir şey düşünemez olurdu. Ancak tabii, dinler olmasaydı bu acıyı sonlandıracak gerçek bir cevap bulabilir miydik sahiden işin sonunda, bunu düşünmenizi isterim açıkçası. Evet bu düşünülerek, anlamaya çalışarak geçirilen sürede insan ne kadar acıya maruz kalırsa kalsın, bu çaresizliğin içinde ne kadar debelenirse debelensin, nihayet bu hayat biteceği zaman, tecrübe edilecek son bir şey kalacak bizlere. Üzerine saatlerce, günlerce aylarca düşündüğümüz o tecrübenin kapısının tam önünde olacağız. Üzerimize sinecek korku, belki huzura ereceğimize dair inancımız bize öyle sarılacak ki, gerçekten kayda değer neler yaptık diye soracağız beynimize, ve gözlerimizin önünden akıp gidecek tüm her şey. Çaresizliğin içinde debelendik ama pes etmedik. Mutluluğa inanmadık ama karanlıkta kaybolmadık. Yine bize kalan şu soru bizi üzecek, böylesi daha mı iyiydi sahiden? Bilmem. Şahsen düşünmek, anlamaya çalışmak ve fark etmek canımı ne kadar yaksa bile, tam aksi bir hayatı istemezdim diyorum kendime. Dünya ve kainatı bu kadar düşünmekten daha güzel ne olurdu ki şu hayatta? Bence dahası yok. Buraya kadar tercihimi ve ön kabüllerimin sebeplerini anlattım. Şimdi dünyanın uğraşılmaya değmez kısımlarına göz gezdirmek istiyorum. Ve anlatmak.