Çok yorgun bir gündü. Eve girer girmez annemin yanına kıvrıldım. Börek kokusu annemin kokusu ile çok tatlı bir ahenk oluşturmuştu. Ah benim tatlım, biriciğim. Bir hazırlık vardı evde. Babam içeride tekeri kırılmış bavulu tamir etmeye çalışıyor, evimizin baş belası, neşesi İrem bıcır bıcır geziniyor idi. İrem, 5 yaşında evimize bir armağan gibi 18 sene sonra giren mucize idi. Bal köpüğü, beline kadar uzanan saçları, bembeyaz teni vardı. Güzelliğini kıskanır anneme bizim bütün payımızı bu zilliye nasıl verdin, bize nasıl kıydın diye takılırdım. Anneme sokulurken kıskanıp ağlamaya başladı. "Abicim öyle olmaz." diyerek annem ile tebessüm ettim. İrem masal dinlemeye bayılır. Ona en sevdiği masalı okuma bahanesi ile kandırarak annemi öpme izni aldım. Küçücük bedenini kucaklayıp yatağına doğru götürdüm. Masalını okuyup o güzel yüzünün uykuya dalışını izledim. O ara kapı çaldı. Babam hazırlıklarına devam ediyordu. Annem de yola çıkarken yiyeceklerini hazırlamaya devam ediyordu. Ben açarım annem diyerek kapıya yöneldim. Bizim 2 numara Taylan idi. Taylan ile aramda 2 yaş vardı. Benim sırdaşım, yoldaşım, yol ve kavga arkadaşım. İkimizin aksine esmer idi Taylan. Babama çekmiş. Onun gibi uzun, yapılı sim siyah uzun, dalgalı saçları vardı. Burnu küçük, gamzesi olan biriydi. Ama yakışıklı olduğunun farkında değildi. Taylan’ım canım kardeşim. 16 yaşında iken lösemi tanısı koyuldu. O uzun saçları, kirpikleri dökülüverdi. Çok uğraştık, çok hastane gezdik. Babam Muğla'daki 3 arazisinden ikisini sattı. Ben okulu bırakma noktasına gelmiştim. Herkes umudunu yitirirken o geldi. Hani demiştim ya eve giren 18 yıl sonraki mucize diye… Taylan 18 yaşına gelmişti. Başarılı bir öğrenci idi. Okuldan ayrılmak zorunda kaldı tabii. Biz tedavi yöntemleri ararken doktor ilik nakli olabilir demişti. Benim gözlerim parladı. Kardeşime can vereceğim diyerek koşa koşa kan testi vermeye gittim. Hastane koridorlarında tırnaklarımı yiyerek bekleyişim sürdü. Test sonuçları çıkmış dediler. Doktorun yanına doğru koridorda koşmaya başladım. Ayakkabılarım kaya kaya bir sağa bir sola yalpaladım. Kendimi toparlayarak emin bir şekilde doktorun kapısının önüne geldim. Ufak bir gülümseme ile kapıyı açtım. İçeride annem ağlıyor, babam -o kapıya sığmaz adam- bir köşede gözleri nemli bir şekilde kendini tutuyor idi. Anladım, uymamış iliğim. Sesimi hiç çıkartmadan o koşarak geldiğim o uzun, bembeyaz fayans kaplı koridordan ben deyim 5 sene sen de 10 sene de çıktım dışarıya. Hastanenin arkasında karanlık bir koruluk vardı. Orada bir yoldaş ağaç buldum. Sırtımı gövdesine yasladım. Sırtım ağacın gövdesinden kayarak yavaşça uzandım altına doğru. Tabakamdan tütünümü çıkartıp sarıverdim hemen. Dünyam başıma yıkılmıştı. Kanı kardeşine yaramayan bir abi olabilir mi. Kendimi o gece oraya gömmek istedim. Yıldızlar bile dalga geçiyor, sen nasıl bir abisin diyordu. Bağıra bağıra boğazımı yırtmak istedim. Ama utandım, sesim içime içime bağırmaya başladı. Ağlayamadım, gözyaşlarım bile utandı benden. En çaresiz olduğum andı belki de. Ne yapacağımı bilmiyor idim. Sırtımı birisi dürttü. Dedim ki içimden, "İnşallah birisi bana sataşır da bir temiz döverim.’’ O öfke, hüzün ve kinimi çıkarmanın acısı ile arkamı dönmem ile babamı görmem bir oldu. Elimdeki tütünü nereye koyacağımı şaşırdım. 4 yıldır babamdan saklı içtiğim -ben öyle sanıyormuşum- tütünü tam atacak iken rahat ol, annen ilk haberi olduğu zaman bana da söylemişti. Hatırlıyor musun, seninle 1 hafta konuşmamıştım. Sebebi bu idi evlat. Sen de salak çıktın, anlamadın dedi ve yaşlı gözleri ile ufak bir tebessüm etti.


Bir tane de bana sar dedi. Babamın yıllar sonra sigara içişine mi, yoksa bunu bildiğine mi şaşırmaya vakit kalmadan babama da bir adet sardım. Berk dedi, iç çekti. Annen bayıldı dedi. Benim elim ayağıma dolaştı. Tam kalkıyor idim omzumdan, bastırdı kaldırmadı. Test yaptılar dedi. Baba artık çatlatma beni. Anneme bir şey mi oldu? Olmuş dedi, güldü. Herhalde babam kafayı yedi dedim. Her yerim buz kesti. Babam tuhaf bir kahkaha ile annen hamile dedi. Ben tam kardeşim içeride hasta hasta yatarken, bu neyin sevinci derken aklıma ilik geldi. Babam ben ağzımı açmadan doktorun doğacak olan çocuğun iliğinin uyma ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi. Evet, İrem’in mucizesi yıllar sonra gelmiş olması değildi. Taylan’a hayat vermesiydi…


Kapıyı çar açmaz birader n’aber diyerek sarıldı bana Taylan. 23 yaşına gelmişti. Saçları tekrar uzamış, gülümsüyor idi bize. Elinde tekerlek vardı. Babam istemiş, gecenin bir vakti nereden buldu ise almış gelmiş. Babamın yanına gitti. Onlar yarın Muğla’ya yaptırdıkları köy evine gitme hazırlıkları yapıyorlar idi. Bende Berlin’de bir konferansa katılmak için gün boyu işlemler ile uğraştım. Yorgunluktan ölüyordum. Sabah 8 de uçuşum vardı. Babamın ve Taylan tamir işlerine bakarken yanlarına geldim. İhtiyar ben yatacağım artık, keşke bende sizin ile gelebilsem dedim. Babam güldü ve oğlum 1 hafta sonraya bilet almadın mı dedi. Onlarsız 1 hafta çok zor geliyor bana. Hele İrem’in abi diyerek boynuma sarılması, kokusu olmadan. Berlin’den İstanbul’a, oradan da İzmir havaalanına bilet aldım dönüş için; oradan da Muğla’ya üniversiteden arkadaşım olan Metin’in arabası ile geçeceğim. Babama bunları bir kez daha anlattı. "Oğlum tamam işte." dedi. Aklın kalmasın dedi. Onun ile helalleşip, annemin böreklerinden bir parça yedim. Her zamanki gibi elime vurdu, o pis ellerini değdirme dedi, güldü. Muğla’ya geldiğinde daha fazlasını yaparım dedi. İrem’in üstünü örttüm. En son Taylan’a onlar sana emanet dedim. Çantamı hazırladım. Baş ucuma koydum ve saat 5’e alarm kurup uyudum. Sabah kalktığımda herkes uyuyor idi. Parmak uçlarımda yavaşça evden çıktım. Taksi evin önünde idi, köpeğimiz pamuk da seyahate hazır idi. Hiç havlamıyor idi. Evi çalsalar ruhu duymayacak idi. Berlin’e biraz gecikmeli indik. Üniversitenin hazırlamış olduğu otele geçtim. 1 hafta boyunca konferans da bir fiil görev almıştım. Artık bitsin, annemlerin yanına geçeceğim diye diye saatleri sayıyor idim. Konferansın son günü çok yoruldum, acaba bir gün sonraki uçuşla mı gitsem diye düşünmeye başlamıştım ki, annem aradı. "Oğluşum, kıymalı su böreği yapıyorum. Yarın sabah buradasın dimi dedi. Sen öyle dersin de ben gelmem mi annem dedim. Biraz sıkı giyin Berk, buraya çok yağmur yağıyor dedi. Tamam annem, çok yorgunum, uçak var, yarın gelince konuşuruz dedim. Nereden bilecektim ki bu son konuşmamız…


Büyük bir sevinç ile uçağa bindim. 6-A idi koltuk numaram. Tam yerime giderken bir de ne göreyim. Yerimde 50'li kilolarda, beyaz tenli, hafif sivri çeneli, elmacık kemikleri belirgin olan güzelce birisi oturuyor idi. Hiçbir şey demeden bende 6-B'ye geçtim. Ne de olsa altı üstü kısa bir yolculuk. Kimseyi kırmaya değmez diyerek yanına oturdum. Uçak hareket saati akşam 8 idi. Uçak havalandı. Yarım saat süre geçmek üzereydi. Yorgun vücudumu taşıyamayan başım yavaşça yanımdaki kadının omzuna doğru düşmüş. Bir ses ile irkildim


—Bu kadar da olamaz. Ne cüret ile bana bunu diyebilirsiniz?

—Gerçekten özür dilerim niyetim o. (Kadın sözümü tamamlanmasını beklemeden diziverdi birer birer boğazıma.)

—Ben sizin gibileri bilirim. Ne amaç ile, ne maksat ile bana bunları diyebilirsiniz?

—Haklısınız, benim hatam. Özür dilerim.

—Bir de pis pis, yüzsüz bir şekilde özür diliyorsunuz. Sadece gülmek ile meşgulüm.

—Ne derseniz haklısınız, gerçekten benim hatam.


Kadın birden gülmeye başladı ve devam etti o naif dudakları ve konuşurken gözünden yeşiller dökülerek, ağzından yollara güller sererek:

—Hiç mi savunmayacaksınız kendinizi, neden bu kadar çaresiz bakışlar?

—Anlamıyorsunuz hanımefendi. Ki beni tanımıyorsunuz. Belki tanısanız, belki. Her neyse, tekrar özür dilerim.

—Sadece vereceğiniz tepkiyi merak etmiştim. Bu kadar naif ve nazik olacağınızı tahmin etmemiştim doğrusu. Bu arada benim adım Nalan. Ben özür dilerim. Bu kadar sıkıştırmak istememiştim sizi.


(Acının tatlı tebessümü ile ufak bir gülümsedim).


—Karşınızda akıttığım bu kadar ter ve hayatımdan çaldığınız saniyelerin bedeli ağır olabilir Nalan Hanım dedim ve ekledim ufak bir kahkaha ve alaycı tavır ile bana mı nazik dediniz etrafındaki insanlar tam tersini söylerler hâlbuki. Kaba saba konuşan, hatta bazen hiç konuşmayan mağaradan çıkma biri gibi tanırlar beni. Tuhafıma gitti sadece.


—Nalan’ın gözleri far görmüş tavşan misali parladı ve o ekledi peki beyefendi bir şey eksik kalmadı mı sizce -adım, adımı size söylemedim, özür dilerim. Benim adım Berk.




6 ay sonra üzerine çokça düşünerek içime sine sine yazdım. İlk bölüme göre zayıf olduğunun farkındayım ancak 1. bölüm ve gelecek olan 3. bölüm ile çok daha anlamlı bir bölüm olacağına eminim. 3. bölümde tekrar görüşmek üzere. Keyifli okumalar...