Sakinleştim. Bazen kendinizi içerisinde kendisini gizleyen köpek çişleri ve hiç bu telaşa girmeden duruşunu koruyan çeşitli dışkılar barındıran, dört adım attığınızda iki farklı ayakkabı ya da terlik teki ile karşılaşabileceğiniz; aslında işlek bir mahalle arasında karşısında marketler ya da haneler de bulunsa kendi haline bırakılmış ve imar bekleyen o arsanın tam ortasında hissedersiniz. Bu arsayı çevreleyen kaldırımdan –tam yanınızdan- hepsinin kafasında ayrı dertleri olan onlarca insan geçse dahi yalnızsınızdır zira tek başınalık ve yalnızlık farklı şeyler. Tek başınaysanız, somut olarak yanınızda kimse yoktur. Yalnızsanız… Yalnızsanız yanınızda bulunan kimselerin bir önemi yoktur. Evde gürültüler var. Bu sesler kafamın içerisinden mi geliyor, yanımdaki pencereden mi yoksa gerçekten evde birileri mi var diye çok sorguladım. Uyandığımda aklımdan birilerini aramak geçti. Pardon beyefendi, acaba kafamda mısınız? Hanımefendi? Hanımefendi misiniz? Siz mi konuşuyordunuz? Yok, bu farklı. Kararımı verdim. Sakinleşmemi sağlayan da bu oldu sanırım. Son kararım, evde gürültüler var. Tek başına olmamaya yeter sebep. Yalnızlık kısmını düşünmeyi ertelesem daha iyi.


İçimden milyonlarca üsse sahip tek düşünce geçiyor: Ara onu! Bir üzeri milyonlar da deseniz, sonuç bir eder. Eh, tek düşünceyle başa çıkabilirim, diyorum ama sonuç milyon ediyor. Vallahi milyon ediyor! Matematik bana bu tek düşünceden doğan milyon düşünceyi açıklayabilir mi? Bu bir rica değil, yeterlik sorusu. İlköğretimden bu yana aldığımız İngilizce derslerindeki “may” kalıbından ziyade, “can” kalıbı gibi. Yapamaz çünkü. Kafamdaki tüm şeyleri İngilizce düşünsem yine sonuca ulaşamam üstelik. Hiçbir alanın bu çıkmaza faydası yok. Zaten bu kadar iyi İngilizcem de yok. Matematiğim var ama, bu konuda Pisagor’dan tutun da Logaritma için birbirinden habersiz zihinlerini patlatan İskoçyalı John Napier ve İsviçreli Joost Bürgi’ye kadar matematikle bağlantılı herkese kırgınım. Pi sayısına bile. İki koca adam ve bir üç virgül bilmem nesiniz, logaritma yerine şu kafamı çözseniz; size birer bira ısmarlardım. Alkolik mi oluyorum acaba? Ah, odanın kapısı zorlanıyor. Nesnelere insani özellik atfedip kapının herhangi bir konuda zorlanmasından dem vurmuyorum, elleri olan birisi tarafından; kapı, edilgen olarak zorlanıyor.


“Bugün nasılsın?”


“Dünkü gibi.”


“Dün nasıldın ki?”


“E, bugünkü gibi.”


Bazen insanlar onlarla dalga geçtiğimi sanır. Oysa denklem basittir. A, B’ye eşitse; B de A’ya eşit olmak zorundadır. Mantıktır bu, kurcalanmaz, kabul edilir. Hayır hayır, öyle mitoloji ya da dinler gibi dogmatik bir kabul değil bu. Sadece kabul etmek işte. Kime ne nasıl olduğumdan? Kurcalanmak istemiyorum. Televizyon kumandası mıyım ben? Evdeki bütün üyelerin beni kurcalamaya hakkı nereden oluyor, pardon? Üstelik benim evimin benden başka üyesi yok. Karşımdaki kızı bilinç öncesinde bırakmışım. Hani böyle gerilere ittirip bilinç dışına itmek kadar yoğun, bastırılmış bir tutkuyla değil; bilinçte tutacak kadar değer biçilmiş değil. Hani adının baş harfini söylese çıkaracağım. Benim evimde ne işi var şimdi bu üyenin?


"Benimle alay mı ediyorsun?"


Al işte, bingo!


"Hayır, sadece değişen bir şey yok demek istedim."


"Dün çok içmiştin. Kendine gelebildin mi?"


Evet, galiba gerçekten alkolik olmakla ilgili düşüncemi çiçeklendirme zamanı geldi. Öyle hemen filizlenen nanegillerden de değil, senelerce bekleyip tek çiçek veren orkide gibi benim sürecim. Tuvalete gittiğimi bilmesem, şarabı içimde yıllandırdığıma herkesi ikna edip kendi üzerimden sıkı bir pazarlığa girişebilirdim. Kâr ortaklığı yok, sermaye yok, bizatihi oluşan bir iş planı.


"Fena değil."


Gitsene be kızım! Adını hatırlamayan bir adamın evinde uyanmışsın, hâlâ burada mısın?


"Biz bir şeyler atıştıracağız. Hani gelmek istersen..."


Biz mi? Biz kim? Kim var ki başka? Ah... Dün gece ne yaptım acaba yine ben? Uykum arasında gelen sesler. -Ler tabii. Hay mankafa! Tabii ki içeride başkaları da var. Hey, içeridekiler, yumurtanızı yerken bana dünü anlatabilir misiniz? Ha, yok, elbette hatırlıyorum canım, ah. Hatırlıyorum olarak bilin ama labne peynirinizi ekmeğe sürerken dünden bahsedin bana. Böyle alelade bir muhabbet içine dünü sıkıştırıverin. Uyanınca her şeyi silen bir adam imajı çizmek istemiyorum. Muhtaç kaldığım şeylerin ve utanç verici durumlarımın bir tasvirini yapmaya kalksam sıradan bir liste için üç katlı dev tuvalet kağıdı yazacaklarıma yetmezdi. Kız içeri gitti. Sesler gelmeye devam ediyor ama insan sesleri olarak değil, metallerin metallerle ve camlarla alıp veremediklerini deneyimliyorum. Bir çatal, hah, bu daha bıçak. Bu... Bu çay kaşığı olmalı, tık tık tık... Panik olmuş bir kuşun evin tüm duvarlarına vuruşu gibi çay bardağıyla her teğetinde daireler çiziyor. Tık tık tık... Içeri gitmeli miyim?


Gittim. Içeride tam üç kişi var. Birincisi az önceki kız. Şöyle bi yüzüne bakınca, güzel kız aslında. Ikincisi yolda görsem selam vermeyeceğim bir lavuk ve sonuncusu ilkine oranla daha minyon; kaküllü kısa saçları, bir anime karakteri gibi kocaman gözleriyle beni şok olmuş vaziyette süzen bir kız. Bu anime karakterlerinin genel özelliğidir zaten. Far görmüş tavşan bakışlarının, benim şu anki görünüşümle ilgili olmadığına ve bu bakışı hayatının her anında -belki yemek yerken ve hatta bir cenazede bile- hayatına dahil olduğuna yemin edebilirim. Kızı ilk kez görüyor olsam bile. Zaten kolay yemin ederim. Bu özelliğimin ekmeğini yediğimi söyleyemem ama bir zararını da görmedim. Sürekli kafanın içinde edip duruyorsun yeminleri, ne ekmeği, ne zararından bahsediyorsun sen allah aşkına? Ne bekliyorsun? Bugünlerde öz şefkat beslemek konusunda oldukça yetersizim. Kendilik değerim şimdilerde bir düşmanım gibi, aynı zamanda kendimin kendisi gibi de. Yorucu olabiliyor. Dalgınlık, uyku ve biraz geceden kalmalıkla ayırdına varamadım; dakikalardır karşılarında dümdüz duruyormuşum. Bunu sabah odama giren kız gelip omuzlarımı sarsarak bağırdığında fark ettim.


"Kendine gel, on dakikadır gözünü bile kırpmadan orada dikiliyorsun, artık korkmaya başlıyoruz!"


Tüh be! Yemin de boşa gitti. Minyon kızın şaşkın bakışlarına sebep buymuş demek ki.


"Ha, öyle mi? Afedersiniz. Günaydın ve afiyet olsun."


Ağzımdan çıkan tek cümle kırıntıları bunlar oldu. Kim bunlar? Ne işleri var benim evimde? Dün ne ara ben bu tiplerle karşılaştım, neler yaptım da günü benim evimde sonlandırmaya karar verdik? Kim verdi bu kararı? Söylemek ve sormak istediklerim otoban kenarındaki tabelalar gibi işlevsiz şimdi. Görüyorum, olması gereken bu cümleler apaçık görünüyorlar ama algım ve ilgim o tarafta olmadığı için sadece duruyorlar. Varlıklarına kanıt sunmaya gerek yok; varlar ama içimde durdukça duruyor ve durmaya devam ediyorlar. Dilimden dökülmeye sebepsizce niyetleri yok. Ne yapalım, böyle bir adamım ben, söyleyemedim. Bu üç insan da karınları doyunca gider herhalde birazdan, onların gözünde düne dair anılar; benim nezdimde de belirsizlik uzay boşluğuna karışır.


Sessiz ve gergin ortamın sürekliliğini en azından ufak bir sekteye uğratmak amacıyla hareket ettim ve saksı bitkisinin yanındaki tek kişilik berjere oturdum. Aklımda hala tek cümle: Ara onu! Belki engeli kaldırmıştır. Belki de yine o dıt dıt sesi gelecek ve telefon aniden kapanacak. Dene! Dene! Dene! Hayır dur. Bu konuyu kapatacağına dair kendinle bir anlaşman var. Üstelik bu Mondros ateşkesi gibi de değil. Kendi kendine, bireysel manifesto! Sevr'e dönmeden konuyu kapat. Kapat. Belirsizliklerle hayat sürebilir. Kapat.


Ben düşüncelerle boğuşurken anime karakteri kız çantasını toparlamaya başladı. Sonunda kalkıyorlar. Bu oldukça rahatlatıcı ama aynı zamanda huzursuzlukla doluyum. Yine bir belirsizliği olduğu gibi kabul etmek... Neler oluyor yahu! Iki seçeneğim var. Ya hiç dün hakkında konuşmadan görüşürüz diyerek bu konuyu da tarihe gömeceğim, ki, görüşürüz kelimesi bir yalan makinesinin para etme sebebidir, ya da ikinci belirsizliği ortadan kaldırmak için tek soru soracağım: Pardon, siz kimdiniz acaba?


Ben herhangi bir hamle yapmadan, üç kişiden erkek olanı konuya girdi.


"Biz kalkıyoruz. Ev sahipliğin için teşekkürler. Bu arada tanışmadık ama ben Koray. Bu iki arkadaş da Deniz ve..."


Anlık bir hamle ile anime kıza baktı. Kız cümleyi onun yerine tamamladı.


"Özge. Özge ben. Senin adın neydi?"


Duraksadım. Soruyu duymazdan gelerek konuşmaya girdim.


"Ah, pardon, daha önce tanışmak ve aynı evde kalmak eylemlerinin sıralaması hiç bu şekilde olmamıştı, biraz afalladım."


"Daha önce yoldan geçen herhangi birilerini merhaba demeden evine davet etmemiştin olarak algılıyorum."


Dedi ve kahkaha attı Deniz. Bunu yaptım mı gerçekten? Ne geçiyordu ki aklımdan? Belli belirsiz bir sesle "Hiç yoktan belirsizlik yok." diye mırıldandım. Duymuşlarsa bile zaten toparladıkları eşyaları ile kapıya yöneldiler ve çıktılar.