Hiçbir şey göründüğü kadar kusursuz değil. Aslında kabul edemediğimiz doğruların başına şunu koymak gerek: “Korkuyorsan ince de olsa bir çatlak vardır.” Ve sen hissedersin elbet bunu. Korktuğun için çatlamamıştır. Çatladığı için korkmuşsundur. Yoksa öyle üzerine titremekle güçlü şeyleri çatlatamazsın zira ininden çıkıp baktığında asla güneş doğmayan bir dünyada olduğunu idrak ediyorsun. Öyle başına gelmişse bir hayal, o senin öyle sanman. Çünkü kirli çıkarlar kadar kendi güneşinde kavrulmuş sevgi bağları da karartıyor gününü, geceni. Şimdi lütfen bu söylediğimi en derininden hisset. Sanırım asla böyle dürüst olmadım.


Derler ki bozuk saat bile günde iki kere doğruyu gösterir. Öyleyse şu an doğruyu gösterme olasılığım var. Düşünülmeli. Boşuna çene çalma diyorsun. İnsanlar kadar onların hisleri de fani. Ama sana yazık! Elinden gelmez ruhunu kapamak, daha az sevmek, daha az ummak… Hep böyle kahrolmaya elverişli topraklarda kök salmış ruhun. Zaman ne gerektirirse onu yaşayanlar, akışına bıraktıkları şeylerin akıntıya kapılıp gittiğini görmez mi oysaki? Bu nehirden işte sulamışlar toprağını ah kıyamadığım ruh. Meyven böyle iç dökmekten başka ne olur?


Derdini böyle çiçek yapma, kaç kere söylüyorum sana. Hem baharı yaşıyorsun sanarlar. Ya da sanırlar. Vallahi hiç bilmiyorum. Kitap falan da basmıyoruz sonuçta. Edebi kaygı içimdeki kaygıları şuraya dökmeme bir çelme takmayıversin, rica ediyorum. Yine kendim yazıp, kendim anlayıp biraz rahatlamak istiyor canım ve tabii ki usulünce bir boşvermişlik. Bence burada duralım. Boşvermişlik gereği tam burada keselim. Bu da böyle olsun.