Çığlık sesiyle uyanıyorum. Kalbim çok hızlı çarpıyor. Tanıdık bir ses bu. Annemin sesi. Yataktan fırlıyorum. Annemin odasına girmeden sesleniyorum uyansın diye. ‘’Anne uyan. Rüya görüyorsun.’’ Bir solukta varıyorum yanına. Gerçekten bir solukta. Başka nefes almadan. Hemen omzuna dokunuyorum. ‘’Uyan anne. Geçti. Buradayım.’’ Annem uyanmıyor, adeta yeniden doğuyor. Nefesimi hissetmeye başlıyorum. Nabzım her yerimde atıyor. Elim ayağım kesiliyor bir an. Onu kurtarıyorum ama kendim düşüyorum bu sefer korkuya. Ya, diyorum, sevgili Allah, ya annem bu korkuyla kalp krizi geçirseydi? Saçlarını okşarken bir yandan da sitemle karışık düşüncelere dalıyorum. ‘’Tamam oğlum,’’ diyor annem ‘’geçti.’’


Aklıma öğrencilik yıllarım geliyor. Benzer bir sesle, benzer bir korkuyla uyanmıştım. Ses salondan geliyordu. Mustafa, anneme benzer bir şekilde çığlık atıyordu. Uyandırmamıştım Mustafa’yı. Gülümseyerek başında beklemiştim. Uyanınca da basmıştım kahkahayı. Uyku sersemi bakmıştı suratıma. Bir şey demeyip tekrar uyumuştu. Uyanınca kabus olduğunu anladığında çok sevinecek, diye uyandırmamıştım Mustafa’yı. Anneme kıyamadım.


Saate bakıyorum. Saat 06.00. Tekrar uyuyorum. Bu sefer babamın sesiyle uyanıyorum. Kalkıp elimi yüzümü yıkıyorum. Gözlerim yanıyor. Sebebini bilmiyorum. Işığa karşı daha hassas artık gözlerim, sadece bunu biliyorum. Salona girdiğimde babamın son ettiği küfrü havada yakalıyorum. ‘’Ne oldu?’’ diye soruyorum, ‘’Yahudilere mi sinirlendin?’’ Baştan aşağı süzüyor beni, ‘’Yok,’’ diyor, ‘’onlara da çok sinirliyim ama Fenerbahçe’ye sinirlendim. İnsan böyle bir maçı kaybeder mi ya? Kendi evindesin bir de. Bu Ali Koç ne yapıyor ben anlamadım ki! Gireceksin İlhan Cavcav gibi soyunma odasına. Yumruklayacaksın duvarları. Kırıp dökeceksin her yeri. Bak o zaman nasıl oynuyorlar.’’ Yanına oturmuyorum. Kaç yumurta pişireyim demek için bekliyorum sadece. ‘’Yahudilerin de Allah bin belasını versin.’’ diyor ve ekliyor babam: ‘’Bu taşla sapanla olacak şey değil. Ne yapıyor bu Filistinliler, anlamıyorum ki. Yok mu vatan evladı orada kendini canlı bomba yapacak? Yok mu sağda solda kendini patlatacak birileri? Bak o zaman nasıl akıllanıyor İsrail.’’


Babam beni şaşırtıyor. Hele ki bizimki gibi bir coğrafyada, bir başkasının evladının canlı bomba olup kendisini patlatmasını istemek, algılayamıyorum. Babamın çözüm yöntemleri tüylerimi ürpertiyor. Biz çocukken bu kadar şiddete meyilli değildi iyi ki, diye düşünüyorum. Aklıma bütün terör örgütleri geliyor. Aklıma 18 ayda 24 bomba patlayan ülkem geliyor. Demek ki, diyorum kendi kendime, herkes kendince haklı. Mesele canlı bomba değil, mesele kimin patlattığı. Savaştan ve safsatadan bir kere daha nefret ediyorum.


Gündüz Vassaf geliyor aklıma: ''Barışı koruyan hep bizim silahlarımız, tehdit eden ise başkalarınınkidir.''


Kendimi sokağa atıyorum hemen. Yasal saatler içerisindeyim. Markete giriyorum. Alacağım ürünün reyonuna bakarken peşimde birinin olduğunu fark ediyorum. Dönünce göz göze geliyoruz. ‘’Ne oldu?’’ diye soruyorum. ‘’Alkol almak yasak da’’ diyor ‘’onu söyleyecektim.’’ Alkol reyonunun önünde durduğumu fark ediyorum. Alkol almayacaktım zaten ama adama bunu söylemiyorum. Kişisel bakım reyonuna gidiyorum. Roll-on alacağım.


‘’Bunu 60 liraya aldım ama ya’’ diyor yanımdaki kadın. Önce bir şey demiyorum. Yanlış anlaşılmaktan korkuyorum. Kadın tekrar ediyor ve bana bakıyor bu sefer. ‘’Evet, her şey çok pahalı artık’’ diyorum ‘’Bu roll-on’u 8,90’a alıyordum, şu anda 22,90.’’ Gülümsüyor kadın, ‘’Ben onu demiyorum.’’ diyor, ‘’Siz de haklısınız ama ben bunu 60 liraya almıştım. Şimdi 35 liraya düşmüş.’’ Gülümsüyor. Ben de gülümsüyorum. Kızı da gülümsüyor. ‘’Ben de internetten aldığım pantolon yarı fiyatına düşünce aynı üzüntüyü yaşamıştım.’’ diyorum. ‘’İyi günler.’’ deyip uzaklaşıyorum. Herkesin derdi kendine işte. Aklıma bir cümle geliyor ama nerede gördüğümü hatırlayamıyorum: ‘’Bir sonraki öğün ne yiyeceğinizi bilmediğinizi düşünün.’’


Eve girip market poşetlerini balkona kadar götürüyorum çünkü annem için taşıması zor oluyor. Babamdan bahsetmiyorum bile çünkü o market işleriyle ne evde ne de dışarıda ilgilenir. Sadece kredi kartını verir, gerisine karışmaz. Bir kere markete gitse belki iktidar değişir. Hızlıca üstümü değişip tekrar çıkıyorum dışarı. Ayakkabılarımı giymek için eğildiğimde bu sefer Orhan Veli geliyor aklıma:


Şimdi evime girsem bile

Biraz sonra çıkabilirim

Mademki bu esvaplarla, ayakkaplar benim

Ve mademki sokaklar kimsenin değil.


Evimizin hemen yanında bulunan çamlığa geçiyorum. Hâlâ yasal saatler içerisindeyim ama bu sefer suç işliyorum. Kulaklığımı takıp koşmaya başlıyorum. Polis gelirse ne diyeceğimi düşünüyorum. Bir cevabım yok. Koştukça rahatlıyorum. Müzik ve koşmak kafamı boşaltmamı sağlıyor. Gerçekten huzur buluyorum. Koşmayı bitirdikten sonra askerden hatırımda kalan tüfeksiz hareketler serisinden birkaç hareket yapıyorum. Çömelme ve eğilme hareketini yaparken aşağı eğildiğim sırada mavi üniformaları görüyorum. Hızlıca dönüp bakıyorum. 10-15 metre ötemde polis 6-7 kişiyi toplamış yanına. Müziği kapattığım gibi dümdüz yürümeye başlıyorum. Polis seslenmeyince ben de arkama dönmeden direkt olarak evin yolunu tutuyorum. Kemal’i arıyorum hemen, ‘’Kemal lan ceza yiyordum az kalsın.’’ diyorum. ‘’Tüh,’’ diyor Kemal, ‘’keşke yeseydin çok komik olurdu.’’ Vakit kaybetmeden ‘’Siktir lan.’’ diyorum. ‘’Ceza yersen ara beni.’’ diyor Kemal. ‘’Tamam.’’ diyorum ve kapatıyorum telefonu. Ceza yersem ne yapabilir ki Kemal, diye düşünüyorum. Cezamı ödetecek halim yok. ‘’Ulan Orhan Veli,’’ diyorum eve girerken ‘’ne şanslı adammışsın. Öyle havada ben de şiir yazardım, nisan ayı gelince ben de sokaklara atardım kendimi, aşık olurdum. Şimdi bizim meselemiz çok daha farklı.’’ Sonra çukura düşüp vefat etmesi geliyor aklıma. ‘’Ah ulan,’’ diyorum ‘’o kadar da şanslı değilmişsin.’’


Son olarak Ahmet Hamdi Tanpınar geliyor aklıma, Orhan Veli’nin zamansız gidişinin ardından demiş ki: ‘’Böylelerinin hayatı kendisini yakarak bulur.’’