Dağlar var
Sanki kimse derdiyle aşmamış bin yıldır
Üzerinden kuşlar memleketine uçmamış
Yalnız ölüm olmuş eteklerinde
Kan kokmuş, ot bitmemiş
Öyle mi oysa
İnişi, vadisi, ovası, çiçeği
Eteğinde aşıklar buluşmuş, sevişmiştir
İlk kez,
Ovasından kent oğlanının mangırının yetmediği sular inmiştir baharda köylere,
Babalar sevinmiş anneler utanmıştır
Bu dağların çiçekleri ilk kez açtığında.
Bir yabancı ayak basmış
Kim bilir belki de ömrünün en güzel yolculuğunu yapmıştır,
Biz bu dağlarda çoktan unutulmuş her şeyi ararız,
Arar bulur kırk yıl önce yaşayıp bitirenler gibi
Mutlu oluruz.
Kimsenin duymadığı hayatlara her gün “Günaydın!” der
Güneş henüz geçip eve vardığımızda
Hepsini unuturuz.
Kimimiz fasulye koyar düdüklüye kimimiz çocuğunu okuldan alır, o dağ hiç olmamış gibi
Dertlerimize bakarız
Elimizde tüyden aynalar,
Bu dağlar bizim çocukların nefesidir,
içinden çıkan yabancı nefes.
Bir o kadar aşina kokusuna
İlk kez görenler dahi tanır Ortadoğu’nun kokusunu
Mezopotamya’nın bütün gülleri benzer birbirine, çağlar boyu
Dilleri gibi biberi gibi
Öyle bir yerdir ki burası
Denizlerin buhranlı zangoçlarının egzotik rüyası bile olur,
Sefakârlar oryantal hazzın peşinde bu dağı ararlar.
Kiminin bu dağdan bulunacak şifası
Kiminin bu dağda ödenecek diyeti vardır.
Analar bu dağların nefes verenidir,
Doğduklarında aldıkları tek soluğun hesabını yedinci çocuğunun doğumunda, kadınlığından verir o hiç tanımadığı.
Çocuk hikayeleri bu dağlarda hiç fark edilmeyen küçük hüzünlerdir,
Burada öyle dağlar vardır ki
Alacağı bitmez vereceğine hiç sıra gelmez.
Ancak onlar ki anlar Mezopotamya’nın kurak dağlarını,
O yaşamayı insan gözünde arayanlar
Uyanırlar her sabah dağın nefesinde kavrularak.