Geldi, ikiyi koşarak geçen çeyrek yarılar. Ben, şu kesik atmış gibi inceden sızlayan yerimle geldim. Her sabah annemin yüzüne: ‘’Bugün de yürüyeceğim bir şekilde, merak etme.’’ diye bakıyorum. Yürüyorum da hakikaten. Koşuyorum bile… Daha başka kimseye bakmıyorum böyle. Kimse için adım bile atmıyorum. Arkadaşlarım beni kesen bıçakları katillerime saplıyor. Beni annem dahil, bir de onlar seviyor. Velhasıl, geleyim mi annemin sıcacık kucağına? Okusun diye bir gün:
‘’Beni senden başka kimse sevmiyor. Biliyorum ki büyük adam da olmaz benden. Ben, daha önümde iki kase varken az olanı çok olana boşaltmayı beceremiyorum. Pratiğim yok. Bileklerim çok güçsüz. Dizlerim de yaşlı hem. Basit şeyleri çabucak düşünemem. Akla gelmez şeyleri ayıklar, koyarım insanın önüne. Ağlayamayınca çok gülerim. Ölüler beni korkutmaz; alınlarını bile öperim. Sen biliyorsun tüm bunları, unutma diye söylüyorum. Senin her akşam sevdiğin karanfil saçlarım, kağıt dudaklarım, mercan gözlerim senin kalbinden başka hiçbir yere niçin sığmıyor?’’