Bu hayat benim burnumdan geldi. Gelir tabii, b*k gibi bir şey hayat. Burnumdan da gelir...


Küçükken bu deyimi iyi bir şey, olumlu bir şey sanırdım. Niyeyse acaba? Annemden duymuştum, ondan galiba. Annemin burnundan gelen şey elbet güzel olmalı, annem bu sonuçta, ondan güzel şeyler haricinde bir şey çıkabilir mı hiç? Bir kere ben çıkmışım ama o da hataydı zaten. Annemden çok babama benzediğim için böylesine çirkinim, annemin bir suçu yok.


Deyimin gerçek anlamını on yaşında kavramıştım sanırım. Belki biraz daha küçükken olabilir ama daha büyük değildim. Onumda başladı hayat burnumdan gelmeye. Belki daha küçükken başladı da ben deyimin anlamını bilmediğimden o anları da iyi bir şey sanmış olabilirim.


Ben büyüdükçe boyum büyüdü, kafam büyüdü, burnum büyüdü... Hayat daha fena burnumdan gelmeye başladı. Ben büyüdükçe burnum da büyüdüğünden büyümek istemedim. Çocuk gibi davranırsam burnum büyüklüğünü unutur diye düşündüm sanırım. Pek işe yaramadı.


On dördümde bıraktım çocuk olmayı. Belki daha erken ama geç değil. İlk kez kız olduğumu da o zaman fark ettim. Önceleri tüm şansızlıkların benim yüzümden olduğunu sanırdım ama ben hem benim hem de kızım. Ne kadar şanssızım düşünebiliyor musun?


Sınıf arkadaşlarım daha erken fark etmişler kız olduklarını. Kendilerinden başka suçlayacak bir şeyi daha önce bulmuşlar. O yüzden onlar o kadar güzel, bense bu yüzden böyleyim. O kadar çok kızlıklarına kızmışlar ki kendilerine sıra gelmemiş, ondan bu kadar suçsuzlar.


Her şey için kendimi suçlarsam, herkesten önce ben kalbimi kırarsam, herkesten önce ben kendimden nefret edersem diğerlerine sıra gelmez sandım. Yanılmışım. Ama kendimden nefret etmeyi de hiç bırakamadım.


Belki sağlı sollu nefret edilirse her hücremden, nefret edilmedik hiç bir zerrem kalmazsa yok olurum sandım. Olamadım. Sonra yok olmaya çalıştım. Beceremedim. Ben bu hayatta neyi becerebildim ki zaten?


Sonra bir gün fark ettim. Koştum aynaya baktım. Normalim. Anlam veremedim. Daha az önce hissettim karnımda bir boşluk vardı, içimde, dedim. Neden aynadan görebilmeyi beklediğimi bilmiyorum. Belki aynı hareketi beş yaşımda da yaptığımdandır.


Parça parça yok olduğumu on altımda fark ettim. Fark ettiğimde içimin yarısı yoktu, diğer yarısı da boştu. Benim tamım değer etmezken yarımla ne yapacaktım? Pek bir şey yapamadım.


İçimin kalmadığını, dışımdan ibaret bir kabuk olduğumu on sekizimde fark ettim. Sonra içime baktıkça kafayı yedim. Kafayı yedikçe dışıma döndüm, bir de sudan çıkmış balığa.


Bu hayat benim öyle bir burnumdan geldi ki içimde hiç hayat kalmadı. İşte en son çöp arabasının arkasından bakıyordum, içinde hayatım vardı. İçimde hayat yoktu.